© Kıbrıs Haber Sitesi 2023

ABD-İran gerilimi ve muhtemel senaryolar

ABD'nin bölgeye 120 bin kişilik güç gönderme planları yaptığına ilişkin haber yalanlansa da, Trump’ın gerekirse bundan daha büyük bir güç göndermekte tereddüt etmeyeceklerini açıklaması, askeri çatışma ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu gösteriyor.

Türkiye’nin de aralarında bulunduğu İran’ın önemli petrol müşterilerine ABD tarafından tanınan muafiyetler 2 Mayıs’ta sona erdi. Bu tarihin hemen ardından, Trump’ın anlaşmadan çıkmasının yıl dönümünde, İran cumhurbaşkanının Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) kapsamında ülkesinin gönüllü olarak yerine getirdiği iki işlemi sonlandırdığını açıklaması, iki aylık süre içinde ekonomik talepleri karşılanmazsa (anlaşmadan tamamen çıkma anlamına gelecek) uranyum zenginleştirme faaliyetlerine yeniden başlayacaklarını ilan etmesi, İran ile ABD arasında yaşanan gerginliği artırdı.

Ancak gelişmeler bu noktayla da sınırlı kalmadı: İran’a bağlı milis güçlerin sahadaki silah sevkiyat ve hareketliliği ABD dışişleri bakanının Avrupa gezisini yarıda kestirecek kadar endişeye yol açtı; Mike Pompeo Irak’a gitti ve Iraklı yetkilileri uyardı. Gerginliğin üçüncü adımında, İranlı yetkililerin sürekli olarak vurguladıkları “kendilerinin satış yapamamaları durumunda kimsenin satış yapamayacağı” tehdidini hatırlatacak şekilde, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Fuceyre limanındaki petrol tankerlerine sabotaj saldırıları düzenlendi. Sabah saatlerinde İran’a yakın haber kaynaklarının duyurduğu saldırılar ilk aşamada BAE tarafından yalanlansa da haberler akşama doğru teyit edildi. Keyhan gazetesi gibi İran muhafazakâr basınının saldırıları sahiplenen bir dil kullanması dikkat çekiciydi. Henüz bu saldırı üzerindeki tartışmalar devam ederken, bu sefer Suudi Arabistan’ın batısında, Kızıldeniz sahilindeki petrol tesislerinin ve boru hatlarının İran yanlısı Ensarullah Hareketi’nin silahlı insansız hava araçlarının saldırısına uğradığı haberi geldi.

Özetlemesi bile uzun süren bu bir haftalık gerginlik esasında son bir yılda kademeli şekilde arttı. Trump yönetiminin Mayıs 2018’de nükleer anlaşmadan tek taraflı çekilmesi ve İran dosyasını Milli Güvenlik Danışmanı John Bolton’a bırakmasıyla birlikte, iki ülke arasındaki gerginliğin diplomatik ve ekonomik boyuttan öteye geçmesi çok da şaşırtıcı olmadı. Trump’ın Bolton ile ilgili yaptığı “iyi adam ama bazen dizginlenmesi gerekiyor” açıklaması, kendi kurduğu ekibin İran ile ilgili niyetlerinden haberdar olduğunu gösteriyor. Zaten basında, Trump’ın Bolton’ı “İran ile savaş çıkarmamak” şartıyla Beyaz Saray’a aldığı ileri sürülmüştü. İran kesiminde de Bolton’ın krizdeki rolü iyi bilindiğinden, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Başdanışmanı Hüsamedddin Aşina Trump’a yönelik olarak sosyal medya üzerinden “Yeni bir nükleer anlaşma istiyordun ama bıyıklıyı dinlediğin için alacağın şey yalnızca yeni bir savaş olacak; 2020 için iyi şanslar” şeklinde İngilizce bir mesaj attı.

İran içi tartışmalar

ABD ve bölgesel partnerleriyle hızla artan bu gerginlikle ilgili İran içinden de farklı tepkiler geliyor. Örneğin Hamaney’in sürekli olarak “savaş olmayacak” açıklamalarına rağmen “savaş-barış arasında yol ayrımı” manşetini kullanan bir dergi kapatıldı. Ruhani hükümeti Trump’ın özel numarasını iletmesinden ya da “tek istediğim nükleer silahlarının olmaması, fazla bir şey değil” diyerek kamuya açık şekilde Bolton’ı yeren açıklamasından umutlanmış görünüyor. Nitekim Hamaney’in “hiçbir onurlu ve şuurlu İranlı yetkili ABD ile bu şartlar altında müzakere etmek istemiyor” açıklamasına rağmen, Cumhurbaşkanı Ruhani’nin Obama döneminde 19 kez görüşme teklifi aldığını, ancak bunlara cevap vermeye dahi yetkisinin olmadığını söylemesi, muhtemelen şu anki durumla ilgili.

Ruhani ve ekibi aslında İran’ın son bir yıldır izlediği stratejik sabır politikasını sürdürmek ve gerginliği artırmadan açılan küçük fırsat pencerelerini kullanmak istiyor. Ancak kendisinin de vurguladığı gibi, çoğunlukla bu tür temel meselelerde eli kolu bağlı durumda. Bu yüzdendir ki Said Haccariyan gibi reformcu kesimlerin fikir babası olarak kabul edilen isimler kendisine istifa etmesini öneriyorlar. Gerçekten de İran’ın doğrudan bir çatışmaya girme ihtimalinin kaçınılmaz duruma gelmesi halinde, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere birçok üst düzey bürokrat, olası büyük yıkımın sorumluluğundan kaçmak için istifa edebilir ki bu ihtimalin zemininin bulunduğu, Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in geçtiğimiz aylardaki kabul edilmeyen istifasıyla görülmüştü.

Anlaşılan, yaptırımların ağırlaştığı yeni dönemde, birçok konuda olduğu gibi ABD’ye verilecek cevap hususunda da İranlı yönetici elitler iki gruba bölünmüş durumdalar. Hamaney liderliğindeki şahin grup ABD’nin “anladığı dilden” etkili bir cevap almaması durumunda geri adım atmayacağını düşünüyor ve geçen her günün İran’ın aleyhine işlediğini görüyor. Dolayısıyla bu bakış açısına göre, ABD’li yetkililerin İran ile savaş istemediklerini söylemeleri yalnızca zaman kazanmaya yönelik bir taktik: En fazla iki yıl sürecek mevcut yaptırımlar sonrasında İran’ın savaşma gücü büyük oranda azalacak ve derin ekonomik kriz toplumsal meşruiyeti büyük oranda ortadan kaldıracak. Bu nedenle, sahada ABD birliklerini kuşatarak ve sınırlı saldırılar yaparak, ABD’yi kapsamlı bir savaşla anlaşma arasında seçim yapmaya zorlamak istiyor. Yine bu gruba göre, ABD’deki 2020 seçimlerine avantajlı şekilde giden ve sürekli olarak bölgeden asker çekmekten bahseden Trump yönetimi, yeni ve geniş çaplı bir savaşa girmemek için, İran’a taviz vermeyi kabul edecektir. Bu bakış açısı, İran’ın 2005-2007 yılları arasında maruz kaldığı askeri operasyon tehditlerine Irak sahasında verilen karşılığın ABD’yi geri adım atmaya ittiğini savunuyor. Nitekim Hamaney ile Ruhani arasındaki temel görüş ayrılıklarından birini de bu husus oluşturuyor. Ruhani, Ahmedinejad hükümetinin başlattığı ve kendi hükümetinin sonuçlandırdığı nükleer anlaşmanın İran’ı savaş tehlikesinden kurtardığını açıkladığında Hamaney’den çok sert tepki görmüş ve yalan söylemekle suçlanmıştı. Zira bu gruba göre, Irak’ta sayısı binlere varan ABD kayıpları ve İsrail’in 2006 yılında Hizbullah’ı etkisiz hale getirmekte başarısızlığa uğraması, İran’ın işgalinin neo-conların gündeminden tamamen çıkmasına neden olmuştu.

Stratejik sabır gösterilmesini ve gerekirse büyük tavizler vererek savaş seçeneğinden uzaklaşılmasını düşünen kesimlere göre ise şahin kanadın bu planı çok büyük riskler içeriyor. Ruhani ve önde gelen ılımlı isimlere göre, Trump’ın şahsen savaş istemediği görüşü doğru olsa bile, (damadı dahil) etrafını kuşatmış olan İran karşıtı ideolojik ekip, İran’ın “kontrollü gerginliği artırma” politikalarına çok sert yanıt verebilir ve durum kontrolden çıkarak tam boyutlu bir savaşa evrilebilir. Nitekim Dışişleri Bakanı Zarif ve diğer üst düzey diplomatların Ensarullah’ın üstlendiği, İranlı muhafazakâr basının kutladığı saldırıları kuşkulu ya da sinsi olarak nitelemesi, hatta İsrail’i suçlamaları muhtemelen bu düşünceden kaynaklanıyor.

ABD ile doğrudan masaya oturma önerilerinin eskisi gibi yalnızca ılımlı-reformcu çevrelerden değil, güvenlik bürokrasisinin sözcüsü durumundaki Haşmetullah Felahatpişe gibi milletvekillerinden gelmesi de ilginç bir durum. Muhafazakâr milletvekilinin, ABD ile görüşmeme tabusunun, İran’ın çıkarlarının Avrupa ülkeleri gibi zayıf ülkelerin elinde heder olmasına neden olduğunu savunması, ülke içindeki siyasi dengeler açısından dikkat çekiciydi. Buna göre, Avrupa ülkeleriyle müzakereler yapmak ya da ekonomik getiriler için mühlet tanımak beyhude bir çabaydı ve İran’ın belirli şartlar altında ABD ile görüşmesi gerekiyor. Aslında daha önce, 2009 seçimleri esnasında da görüldüğü üzere, derin krizler karşısında ülke elitlerinin verdikleri tepkiler genellikle hizipsel aidiyetlerin dışında daha “hasbî” nitelikler taşıyor.

Muhtemel senaryolar

Bolton’ın bölgeye 120 bin kişilik güç gönderme planları yaptığına ilişkin ABD basınına yansıyan haber yalanlansa da hem Trump’ın hem de Pompeo’nun gerekirse bölgeye bundan daha büyük bir güç göndermekte tereddüt etmeyeceklerini açıklaması, yine Trump’ın askeri kıyafetle poz vermesi, ABD’nin Irak’ta zaruri olanlar dışındaki diplomatik misyonlarını boşaltması gibi göstergeler, İran Lideri Hamaney’in “savaş olmayacak zira ne biz ne de onlar savaş istiyor” açıklamasına rağmen, askeri çatışma ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu gösteriyor. Suudi Arabistan ve BAE varlığını hedef alan ve petrol fiyatlarının artmasına yönelik saldırıların sürmesi durumunda, ABD’nin net bir kararlılık mesajı vermesi gerekecektir.

Bu noktada, Arap bir gözlemcinin ifade ettiği gibi, İran’ın doğrudan ya da vekil güçleri aracılığıyla düzenlediği saldırılar genellikle uluslararası bir hukukçunun elinden çıkmış gibi ince düşünülmüş ve kanıt bırakmayacak tarzda gerçekleşmesine rağmen, Zarif’in “B Takımı” olarak adlandırdığı grubun İran’a karşı harekete geçmesi için hukuki bir kanıta ihtiyacı bulunmuyor. Nitekim Suudi yönetimine yakın kimi isimlerin tanker saldırılarından sonra “dişe diş” şeklinde mesajlar vermeleri, ABD-İran çatışmasından nemalanmayı planlayan kesimlerin de bir şekilde sıcak çatışmayı başlatma olasılıklarının yüksek olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla, iki taraf içinde de silahlı çatışma seçeneğini tercih edenlerin etkin varlığı, tüm bölgeyi yeni ve çok ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya bırakacak gibi görünüyor.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER