BİTİŞİK MASALAR
GÜNDEMGümüş tepsiyi yerine koyup geri döndüğünde, siyahi bir adamın akıllı uslu oturup, onun birkaç dakika önce getirdiği yiyecekleri utanmadan götürdüğünü gördü. Gör ki bunu yapmak nereden aklına gelmişti! Kimsesiz öğrenciyi aciz görmüştü, peki ya açlık baş gösterdiğinde herkes böyle mi yapıyor! Üstünden başından aç birisine benzemiyordu işte... Zəndlə göz qoysaydın, dərisindən daman yağı da görərdin.
-Selam.
-Selam
Başını kaldıran ecnebinin yüzünde sanki ak pak dişten, yumru ve parlak gözlerden başka hiçbir şey görünmüyordu. Ama bu nasıl olabilirdi! O kadar iri bir yüzde hepi topu iki şey: dişler ve gözler! Gülmeliydi... Ya burada bir şeyler oluyordu yada hırslandığı için her şeyi baştan ayağa seçebiliyordu. Bari dilini bilseydi, bir şey diyebilirdi... Ama bir parça ekmek için gürültü koparmak! Ayıptı işte, adama ne derler? Çocukluk yılları olsaydı, babası da sağ olsaydı, ona iyi bir ders verirdi: İyi insanın ekmeğini yerler... Oysa gürültüden ziyade, az kalsın kavga edecekti. Hiç yakışır mıydı? Doğru olan; oturup onun da patates püresinin işine baksın. Yoksa bilemezsin, kasedeki sıcak, sulu yemeği bitirdikten sonra bu garip yemekten sonra dişini kurdalamasa bile... Bu konuda düşünüyorsa daha gerekli şeyleri niye düşünmüyordu?
Karşısındakini yarı şaşkın yarı kızgın süzerek, ayaktayken boş tabağı önüne çekti ve elini kisel dolu eksilmiş bardağa tam uzatmıştı ki ona başıyla oturmasını işaret eden siyahinin yarım kollu incecik gömleğinin ön cebindekileri gördü. Öğrenci kimliği ve o tür banknotlar, faturalar! Garipti. Keyfini havasını bozmamasına ne diyeceksin? Güya istirahat etmeye geldi. Tebessümünden de vazgeçmez. Bilmiyorsun, gülümsemesiyle ne demek istiyor, insanı düşündürüyor, acaba geleneği mi böyle?
Belki de hiç öğrenci değil! Ama bu nasıl olabiliyor, ikinci sınıf insanların buraya girişi yasaktı! Ecnebi komşularının geri kalanı yatakhanedeki tek tük tanıdığı ile birlikteyken, o, burada son derece dikkatle düzenle hazırlanmış yakınlar arasında hazırlanmış yemekte... Herbiri ayrı bir yerden, çok uzak diyarlardan teşrif etmiş, belirli zamanlarda gelen insanlara o yüzden kalbinde her zaman bir saygı da hissediyordu. Elbette misafire karşı başka nasıl olunabilirdi!
Evet misafir! Bu saygının karşılığında o ne yapıyor? Kendisi gibi öğrenci olan birinin babasının parası ile alınan yemeği iştahla götürüyor, lokmayı yavaş yavaş yutuyor, bazen bakıp gülümsemeyi de unutmuyor. Yaramaza bak hele, başkasının masasını işgal ettiği için özür de dilemiyor, gülüyor.
Pırıldayan iri dudaklarını ıslak mendille silip önce başıyla sonra da konuşarak vedalaşıp güle güle çıkışa yönlendiğinde o hala düşünerek bir karara varmaya çalışıyordu nasıl oldu da bu ahmağın ağzının burnunun karalığı ıslak mendile çıkmadı diye!
...Peki ya klasörü hani? İçinde öğrenci kimliği, kimlik kartı, not defteri, ders kitabı olan klasör? Kara murdar yoksa göz gözeyken onu da mı çalmıştı? Şimdi anladı herifin niye güldüğünü! Adamı böyle efsunluyorlar.
Atmaca gibi peşinden süratle çıktı. Herkes nüfus cüzdanın yabancıların eline geçmesinden korkardı. Yarın bunun bin bir türlü hokkabazlığı çıkabilirdi.
Beyaz dişliyi eşiklikte birtek sözüyle yakaladı:
-Klasör!
Gelip geçen tanıdıklardan utanmasaydı, ibret alsın diye meymenetsizin bileğini de kıvırırdı ama... Birde boyuyla posuyla övünüyor. Diğer ülkelerin vatandaşlarıyla da yüz yüze baktığı için bu elini kolunu bağladı. Adama ne derlerdi?
Saygıyla koluna giren siyahinin tebessümle geri dönmesi henüz hiçbir şey değildi, olsa olsa hırsını soğutuyordu.
Herşey tanışdıkları az önceki yerei birlikte ekmek böldükleri sofranın yanına ulaştıklarında açığa kavuştu.
Bu neydi? İçinde belgeler olan klasör, patates püresi, bir kase sulu yemek, üç dilim ekmek, yeşillik, kisel!
Başından kaynar sular dökülse bile hepsi yerli yerinde duruyordu ama yan masada...
İlginizi Çekebilir