Hikayelerimizle gurur duyuyorsak kırışıklıklarımıza çok takılmayız
MAGAZİNTürkiye’nin ilk vampir dizisi olan “Yaşamayanlar”da hem vampir Dmitry’e hem de yapım şirketiyle projeye hayat veren Kerem Bürsin “Yapılmayan şeyleri yapmak istedim, bazen isteği ve algıyı yönetebilmek lazım” diyor.
Kerem Bürsin… Onu yapım şirketinin ortağı çok sevdiğim arkadaşım Kemal Çömelek ve tabii yaptığı güzel işlerden dolayı biliyor ve takip ediyordum. Bu röportaj vesilesiyle de tanışma fırsatım oldu. Geçtiğimiz hafta yayınlanmaya başlayan “Yaşamayanlar”dan tutun, Serenay Sarıkaya’yla birlikteliklerine, Kanal D’de başrolünü İbrahim Çelikkol’la paylaşacağı yeni dizisinden, Türkiye’de yapımcı olmak başlığına kadar her şeyi konuştuk. Beni en çok etkileyense hayata dair fikirleri oldu. Bulunduğu yeri hazmetmiş, vizyoner, geleceğe dair hayalleri ve en önemlisi bir ideali var. “Hepimizin hikayesi var ve o hikayeler her yerimizden yansıyor. Bence hikayelerimizle gurur duyuyorsak o zaman kırışıklıklarımıza çok takılmayız” diyen Kerem’e ben de tüm içtenliğimle yolun daha da açık olsun diyorum.
-Vampir olmak hoşunuza gitti mi?
Ben olaya aşık oldum, bambaşka bir şey bence. Zaten hayatım boyunca büyük bir vampir fanıydım. Vampirlerin konu olduğu dizi ve filmlerde yaratılan o dünyayı zaten seviyordum. Öyle bir dünyanın parçası olabilmek beni çok heyecanlandırdı. Bir ara vampir efsanelerinin nasıl başladığına odaklanmıştım. Ne oldu da adamlar böyle mitler yaratmaya başladı diye çok düşündüm.
-“Yaşamayanlar”daki rolünüzle bu merakınız da biraz gitmiştir belki?
500 yaşındaki bir vampiri canlandırıyorum dizide. Ve İstanbul’da yaşıyor düşünsene. Bana rolümü hayal edebilmek anlamında şehir çok yardım etti. 800 senelik bir minareyi görüyorsun ve 800 sene önce o minare buradaydı, hala da burada. Sonuçta Dmitry uzun bir süre İstanbul’da yaşamış bir vampir.
-Yurt dışında yayınlanacak mı?
Şu andan net bir şey söylemek doğru olmaz ama yurt dışı görüşmelerimiz devam ediyor.
“ISIRMAK GARİP BİR DUYGU”
-Bu projenin yapım kısmı da size ait, vampir hikâyelerine bu kadar meraklı olmanız mı etkili oldu? Niye bu kadar yatırım yaptınız?
Yüzde 100 merak da var ama eğer yapım tarafı olarak “Yaşamayanlar” projesine el atmasaydık, bu dizi daha küçük ölçekli bir proje olacaktı. O zaman da hakkıyla yapılamayacaktı. Elimizi taşın altına koymak, bu riski almak istedik. Ran Film ve İstanbul ’74 ile bu maceraya çıkmak istedik. Şirket olarak bu projeye inandık ve bunun bir parçası olmak da bizim için önemliydi.
-Çekimler esnasında oyuncu arkadaşlarınızla birbirinizi ısırmak nasıl bir duyguydu?
En garip şey oydu. Kendini kaptırıyorsun, ağzında bayağı sivri dişler var ki, onları da özel yaptırdık, dokusu cidden diş gibi. Garip bir duygu…
-Isırmak hoşunuza gitti mi bir vampir olarak?
Sonuçta mantıklı geliyor. Vampirin beslenmesi ısırmakla mümkünse, bunu yapmak zorundasın. Ama insan olarak çok garipti. Kayda gireceksin, birini ısıracaksın.
-“Yaşamayanlar”ın özellikle oyuncu seçimleri mükemmel olmuş.
Bir oyuncu ve insan olarak cidden böyle harika insanlarla bir arada çalışmak inanılmaz bir şeydi ama sırf oyuncular değil. Bizden ziyade çekim kalitesi, görsel dünya ve ekip de çok önemli. Beni en çok heyecanlandıran da ekip oldu. Bir kere şunu kolaylıkla söyleyebiliriz; illa isim bir oyuncu rol aldı diye bir dizi tutmaz. Hikâye de, karakterler de, efektler ve çekimler de çok önemli. Cast olarak yansıttığımız şey şu olabilir: Çok içine girdik olayın ve karakterlerimizi çok sahiplendik. Çok güzel bir kimyamız oldu. İzleyiciye geçen de o enerjinin yansıması olabilir.
-Peki, sizin içinize sindi mi?
Şu beni çok heyecanlandırıyor: Türkiye’den acayip yetenekli insanlar çıkabiliyor ve acayip şeyler yapabiliyor. Görsel anlamda uluslararası kalitede bir yapım ortaya çıkarabiliyoruz. O kaliteyi de bu dizide bence gösteriyoruz. Sonuçta üç yapım şirketi için bir ilk dizi tecrübesiydi. Benim içime sindi, bir ilk olarak ne olursa olsun bende çok özel bir yeri var.
-Türkiye’de bu tarz yapımlara hep bir ön yargıyla yaklaşılıyor.
Elbette her işte olduğu gibi bunda da eleştirenler olacak, bunu hepimiz farkındayız. Onun bir kaçarı yok, zaten eleştiriye de açığız. Ama daha ziyade bir şey denedik ve çok farklı bir şey denedik. Bu önemli. Türkiye’de böyle bir riske girdik. Aynı zamanda 8 bölüm çekip, sonra montaja girilmesi de çok heyecan verici bir şey. Maalesef yapılan bazı internet dizileri bu yanlışa düştü. Yayınlanırken onlar hala çekiyor. Biz 15 hafta çektik, her şeyi komple bitirdik. 8 bölüm de hazır.
“KARAKTERİM İNSANLIĞA KARŞI BİR ELEŞTİRİ”
-İnsanlar ve vampirler arasındaki mevzu sizin dizinizde de rekabet mi?
İktidara geçmek. Benim karakterim de bunu savunuyor ve iktidar savaşının öncüsü. Kötü de bir karakter. Ama aslında ben kötü olduğunu düşünmüyorum. Yaptığı şeyler çok anlamsız ve çok vahşi olabilir ama bir hayvan sonuçta, vampirlerin doğası belki bize göre çok farklı ama onlar için normal. Aynı zamanda hep şunu sorguladım: Bir köpeğin, bir ağacın ya da insan olmayan herhangi bir canlının dili olsa muhtemelen insanoğlundan nefret eder. Dmitry de bu yüzden insanlardan nefret ediyor bir vampir olarak. Bir sürü de gerekçesi var aslında. Beni de bir nevi heyecanlandıran şey oydu. Benim karakterimin savunduğu şeyler çok güzel bir eleştiri insanlığa karşı.
-Karakteriniz 500 yaşındaki Dmitry’den yola çıkarak soruyorum “Ben daha 30 yıl yaşadım düşünsene 500 yıl yaşamak” diyorsunuz. 500 yaşında olsanız ne hissederdiniz şu an?
Çok duygusal bir şey olmalı. Bence insan 500 sene yaşayınca yıpranır. Ama rolüme hazırlanırken Dmitry’yi bir müzik sevdalısı olarak kodladım. Beethoven’i ve Mozart’ı canlı izlemiştir diye hayal ettim. Bu tarz inanılmaz deneyimler de yaşayabilirsin. Ne olacak bu dünya, ne çıkacak içinden diye düşünmek beni heyecanlandırdı açıkçası.
-Hep böyle kalma fikri de hoşunuza gitti mi?
Neden olmasın, gitti tabii. Ama yaşlanmayı da istiyorum, yaşlanmaya karşı durmak gibi bir tavrım yok. Bence yaşlanmak çok güzel, çok müthiş bir şey ve insanlar bu durumla daha barışık olmalılar. Devamlı genç görünme çabası çok saçma, çok karaktersiz oluyorsun. Yani o çiziklerin, yaşanmışlığın fiziksel anlamda sana getirdiği şeyle gurur duymalısın bence.
-Şu an hiç çizginiz oluşmadığı için size öyle geliyor olabilir mi?
Bilmiyorum bence şu an günümüzde doğallık esas olan şey. Çünkü şaşırıyorsun doğal görünce ve bence bu güzel bir şey.
-Doğal olanla olmayanı ayırt edebiliyor musunuz? Çok karıştılar birbirlerine sanki.
Bence çok belli oluyor. Doğalla insanın yaptığı bir şey her türlü belli olur. Kusursuz diye bir şey yok ama kusursuzlaştırmaya çalışıyoruz. O zaten göze çekici gelemez. Çünkü çekici olan zaten kusur, o karakteristik yapı değil mi? Hepimizin hikayesi var ve o hikayeler her yerimizden yansıyor. Bence hikayelerimizle gurur duyuyorsak o zaman kırışıklıklarımıza çok takılmayız.
“TANGO VE CASH UYARLAMASI İÇİN ÇOK HEYECANLIYIM”
-Kanal D’de İbrahim Çelikkol’la bir diziye başlayacaksınız yeni dönemde değil mi?
Evet. “Tango ve Cash”in uyarlaması olacak. Ben çok heyecanlıyım.
-İbrahim Çelikkol’la tanışıyor musunuz?
Hiç tanımıyorum ama herkesten duyduğum şey o kadar pozitif ki. Müthiş bir herifmiş ve aynı kafadaymışız. İkimiz de doğa adamıyız. O nedenle heyecanlıyım.
“YAPILMAYAN ŞEYLERİ YAPMAK İSTEDİM”
-Kendi kurallarınızı koymak için mi yapım şirketi kurdunuz?
Ben birtakım yapılmayan şeyleri yapmak istedim. İstek ve arz taleple üretmemek, bazen isteği ve algıyı yönetebilmek lazım…
-Peki, bu işin içinde de yer alan biri olarak Türkiye’de yapımcılığı nasıl yorumluyorsunuz?
Burada bir sistem var ve sistem içerisinde düzenini oturtmuş gayet iyi yapımcılar var. Çoğunu da çok seviyorum. Çoğuyla da çalıştım. Bu işlerde milyonlarca farklı yol var. Biz yapım şirketi olarak bir yol gördük, bir yol çizdik. Hedefimiz belli. Yolumuzda ilerliyoruz. 8. ayımıza girdik. 3. projemizi yapıyoruz. Bir internet dizisi yaptık. Bağımsız bir filme destek olarak başladık. Bunlar bizi mutlu eden şeyler. Önce güven getirmek lazım. Ve bunu ancak inandığımız ve bizi bir şekilde temsil eden işlerle sağlayabiliriz; aksi halde sahte b oluruz. O nedenle de harcaman gerekiyorsa harcayacaksın. Eğer ki günün birinde yapımcılıktan para kazanacaksak, o zaman buraya yani piyasaya da geri vermemiz lazım.
-İnternet platformları çoğalmaya ve yurt dışında yayınlanan diziler herkese ulaşmaya başlayınca durum biraz değişti sanırım.
Geçenlerde Los Angeles’tayken acayip bir ekiple fotoğraf çekimi yaptık. George Clooney’nin fotoğrafçısının 10 yıllık asistanı bana şöyle dedi: “Ya sen Türksün, ben Netflix’ten deli gibi “Kara Sevda” izliyorum”. Büyük fanı olmuş dizinin, görsen dövmeli, Amerikalı bir çocuk. İnternet platformları olayı çok değiştirdi.
-Çok ilginçmiş.
Bizim ürettiğimizi, bizim yaptığımızı affedersin de dünyada hiç kimse yapamaz. 6 günde 2,5 saatlik bölüm çekeceksin mesela, bunu kimse yapamaz. Bu şartlarda bunu yapıyorsun ve “Muhteşem Yüzyıl” gibi 100’den fazla ülkeye satıyorsun. Bu olağanüstü bir başarı… Sadece benim bakış açım farklı ve o bakış açısını paylaşan da birçok insan var burada. Başka bir yol bu. Olsun da zaten. Bunu yapmak isteyen yapımcılar var, yapmak istemeyenler var. “That’s okay”. Eko sistemi büyütebiliriz bu şekilde. Hepsi olabilir.
“SERENAY’LA SEVGİMİZE ÇOK SAYGI DUYUYORUZ”
-Sizi Serenay’la çok yakıştırıyorum. Sanat dünyasında böyle birkaç çift daha var, insanın baktıkça içini açan ve umutlandıran. Bu neden kaynaklanıyor sizce, temiz, iyi aile çocukları olduğunuz için mi, yoksa aşkı bulduğunuz için mi?
Birbirimize de sevgimize de çok saygı duyuyoruz. Sevgi biraz öyle bir şey değil mi? Yani yaşayan bir şey. Ve yaşayan bir şeyi hep beslemen lazım... İhmal ettiğinde, beslemediğinde ölür gider.
“BENİ TELEFONLARIN OLMADIĞI BİR DÜNYAYA BIRAKMAK GEREK”
-Amerika’da yaşamış olmanızdan kaynaklı bizim dizi ve filmlerden alışkın olduğumuz çıkışlarınız var. “Come on man” gibi. Ve bu eleştirilerinizin önüne geçiyor bazen. Yorumlarınıza yapılan yorumlara ne diyorsunuz?
Ben yorumu yapıyorum, gerisini bilmiyorum. Çok bakmıyorum ama tabii karşına bazen bir şekilde çıkıyor. Telefonla çok bir ilişkim yok. Maalesef bu dünyaya hiç uymuyorum. Yanlış dönemde yaşıyorum.
-Hangi dönemde yaşamak isterdiniz peki?
Telefonların olmadığı, kapitalizmin arka planda olduğu bir dönem varsa, o dönemlerde yaşamak isterdim.
-Eski zamanlarda yani…
Evet, bayağı… Beni telefonların olmadığı bir dünyaya bırakmak gerek.
İlginizi Çekebilir