Kıbrısta mülkiyet sorunu...
GÜNDEMAvustralya'da yaşayan Kıbrıslı Türk Hukukçu Hasan Özer , Kıbrıs Sorununa dünyadaki diğer örnekleri ve AİHM kararları doğrultusunda olması gerekenlerle ilgili bir araştırmayı siz değerli Kıbrıs Manşet okuyucuları için yaptı. Hasan Özer'in sizler için yaptığı analizi yorumsuz olarak sunarız.
KIBRIS NEREYE SÜRÜKLENİYOR ?
Gazeteler, müzakerelerde mülkiyet hakkının kabul edildiğini ve mülkiyet sorununun bireysel yöntemle çözüleceğini yazıyorlar. Bunlar eskiden beri Rum tarafının savunduğu görüşlerdir. Rum propagandası bu görüşlerin uluslar arası hukuka uygun olduğunu öne sürmektedir. Bizim yaptığımız yasal araştırmalar ise Rum görüşlerinin tamamen yanlış olduğunu, uluslararası hukuka göre toplu göç olan yerlerde mülkiyet sorununun hiçbir zaman bireysel olarak çözülmediğini, her zaman toplu ( global ) olarak çözüldüğünü veglobal yöntemden ayrılmanın büyük felaketlere neden olacağını gösteriyor.
Öyle anlaşılıyor ki Rum Yönetimi, büyük devletlerin desteğini alarak ve Rumsempatizanı Kıbrıslı Türkleri kullanarak dünyanın hiçbir yerinde uygulanmamış insanhaklarına aykırı bir yöntemi Kıbrısta uygulamaya çalışmaktadır. Hem de bunun uluslararası hukukun gereği olduğu yalanını söyleyerek.
MÜLKİYET HAKKININ TANINMASI NE ANLAMA GELİYOR?
Mülkiyet hakkının tanınması kulağa çok hoş gelen bir sözdür. Ne var ki biraz inceleyincebu sözün altından hiç de hoş olmayan anlamlar çıkmaktadır.
İnceleyince görürüz ki burada sözü edilen mülkiyet hakkı Kıbrıs Rumlarının KKTC de kalan mallarının mülkiyet hakkıdır. Bu sözlerbu güne değin yasal olduğundan kuşku duyulmayan, KKTC koçanlarının geçersiz olacağı ve iptal edileceği anlamına gelmektedir.
Bir devletin koçanları o devletin varlığı ile bağlantılıdır. Koçanların iptal edilmesi devletin yok sayılması anlamına gelir. Buna göre Kıbrısta yapılmak istenen KKTC yi yok saymak veya diğer bir ifade ile sıfırla çarpmaktır.
KKTC koçanlarının iptal edilmesi, KKTC nin kurulmasına zemin hazırlayan 1974 Barış Harekatının da yenilgiyle sonuçlanması anlamına gelecek veya o sonucu doğuracaktır. Özetle mülkiyetle ilgili Rum Yönetiminin öne sürdüğü ve Akıncı ile
yandaşlarının kabul ettiği ilke bir tür dolaylı teslim anlaşmasından başka bir şey değildir.
KIBRIS GİRİTE BENZEMEK ÜZEREDİR
Kıbrıs Girite benzemeye başlamıştır. Bilindiği gibi 1897 yılında Yunanistan Girit Rumlarını ayaklandırmıştı. Bu nedenle Osmanlı devleti ile Yunanistan arasında savaş oldu. Osmanlı ordusu savaşı kazandı ve Atinaya girmek üzere idi. Büyük devletlerin devreye girmesi ile Türk ordusu durduruldu ve Giritle ilgili uluslararası bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma ile Girite özerklik verildi ve oraya Batılı devletlerin onayladığı bir vali atandı. Anlaşma yapıldığı zaman herkes Girite barış geldiği için seviniyordu. Bugün birçok Kıbrıs Türkünün Kıbrısta anlaşma ile barış olacak diye sevinmesi gibi, birçok saf Girit Türkü de anlaşmayı sevinçle karşıladı. Ancak buanlaşmada ufak bir sorun vardı. Tekrar çatışma olursa Türk ordusunun müdahale etmesi ve Girit Türklerini koruması önüne engeller konmuştu.
Giritte yapılan anlaşma bugün Kıbrısta yapılmak istenen anlaşmaya benziyordu. Sözde barış, gerçekte Türklerin savunmasız kalacağı bir ortam hazırlanmıştı. Kısa süre sonra Girit Türklerine karşı etnik temizlik saldırıları tekrar başladı. Osmanlı devleti onları koruyacak konumdan uzaklaştırıldığı için katliamlar durdurulamadı. Bu nedenle ada Yunanistanın egemenliğine geçti ve Giritte Türk varlığı sona erdi.
Böylece Giritte savaş alanında kazanılan zafer masa başında kabul edilen hileli bir anlaşma ile yenilgiye dönüşmüştü.
Şimdi bu olayın Kıbrısta tekrarını görüyoruz. Tek fark şu ki şu anda Rum hilesi çok daha bilinçli. Türkleri aldatmak için çok daha profesyonel bir çaba gösterilmiş. Yıllar sürenson derece etkili bir propaganda ile Kıbrıs Türklerinin bir bölümünün beyni yıkanmış. Kıbrısta hileyi anlamak daha zor. Kıbrıs Türklerinin seçtiği temsilciler yok olma sonucunu doğuracak şartları severek ve isteyerek öne sürüyorlar. Yandaş medya da onların bu tutumunu alkışlıyor. Bir an önce anlaşmanın yapılması ve hilenin anlaşılmasına fırsat verilmemesi için baskı yapıyor.
RUMLARIN MÜLKİYET HAKKININ TANINMASI UYGULAMADA NASIL BİR SONUÇ DOĞURACAK?
KKTC de Tapu Dairesine giderek mal satın alan bir adam düşünün. Bu güne kadar kendini mal sahibi zannetmekteydi. Bir anda anlaşma yapılacağını ve bundan böyle mal sahibi değil o malda kullanıcı hakkına sahip kişi olacağını öğreniyor. Acaba böyle bir olay dünyada nerede, hangi halkın başına gelmiştir?
Hemen cevap verelim. Hiçbir yerde. Çünkü bir devletin vatandaşlarına mülkiyet hakkı vermesi, egemenliği ile bağlantılıdır. Bir devletin mülkiyet hakkı tanıyan koçanlarının fonksiyonunu değiştirip bunların sadece kullanım hakkı tanıyan belgeler olduğunu söylemesi egemenliğinden kendi iradesi ile vazgeçmesi anlamına gelir. Bu dünyada görülmüş veya işitilmiş bir olay değildir. Böyle bir olay devletin kendi kendini inkar etmesi veya intihar etmesi anlamına gelir.
Halbuki devletler intihar etmez. Savaşlarda yenilerek yok edilebilirler. Çok ender hallerde aldatma ile veya hileli bir anlaşma ile bir devletin yok olma sürecine girmesi söz konusu olabilir. Giritte olduğu gibi. Bugün Kıbrısta da aynı yöntem uygulanmak istenmektedir.
Bir devlete koçanlarının geçersiz olduğunu kabul etmesi için baskı yapmak veya öneride bulunmak bile dünyada işitilmiş bir olay değildir. Çünkü böyle bir öneri o halka karşı yapılan bir hakarettir. O ülke halkının uygar bir halk olmadığı, devlet kurmaya layık olmayan ikinci sınıf, ilkel bir halk olduğu anlamına da gelir.
Büyük devletler belki de Kıbrıs Türklerini çok saf buldukları için mülkiyet konusunda böyle hileli yani ilk anda kulağa hoş gelen fakat uygulandığı zaman Kıbrıslı Türklerin yok olacağı bir öneriyi desteklemeye başlamışlardır. Belki de bilinçli olarak Kıbrıs Türklerinin yok olmasını istemektedirler. Kıbrıs Türk Halkının mezarını kendi temsilcilerine kazdırmaya çalışmaktadırlar. Belki de bu olay Asil Nadir in avukatı tarafından aldatılarak yargılanmak için İngiltere’ye götürülmesine benzemektedir.
AKINCI’NIN AÇIKLAMASININ DIŞ ÜLKELERDE YAPTIĞI ETKİ
Akıncının mülkiyet konusundaki sözleri dünyanın diğer yerlerinde yaşayanlara nasıl bir mesaj verdi dersiniz? Şöyle bir mesaj vermiştir: “Kıbrıs’a gidip mal satın almak istiyorsanız mutlaka Güneye gidiniz. Çünkü oradaki koçanlar geçerlidir. Asla Türk tarafına gitmeyiniz. Kuzeyde taşınmaz mal satın alanlar sadece malın kullanıcısı olabilirler. Kuzeyde mal satın alırsanız ileride hiç belli olmayan bir tarihte, hiç tanımadığınız, ismini bile işitmediğiniz bir kişi karşınıza çıkıp malın sahibi olduğunu iddia edebilir, malı elinizden alabilir. En iyi olasılıkla malı bu kişiden ikinci kez satın almak zorunda kalabilirsiniz”.
Akıncının açıklaması bu denli ciddi sonuçlar doğuracak bir olaydır. Dünyadaki tüm devlet başkanları kendi devletlerinin ekonomik gelişmesi için gayret gösterirken Akıncı ülkesindeki inşaat sektörünü çökertecek görüşler söylemekte ve bu görüşleri hiç çekinmeden tüm dünyaya duyurmaktadır.
GEÇMİŞE DÖNÜK OLARAK MÜLKİYET HAKKI ORTADAN KALDIRILABİLİR Mİ?
Bir görüşün uluslararası hukuka uygun olup olmadığını anlamak için benzer koşullarda diğer ülkelerde nasıl bir uygulama olduğuna bakmak gerekir. Avustralyada yaşayan bizlerRum propagandasının yanlış ve haksız olduğunu biliyorduk. Bu nedenle KKTC nin sahte bir devlet olduğu ve tapularının uluslararası hukuka aykırı olduğu propagandasına hiçbir zaman kanmadık.
Avustralyada tarafsız ve güvenilir hukukçulardan görüş aldık. O zaman anladık ki bugün Akıncının katıldığı Rum görüşlerinin hiçbir yasal dayanağı yoktur.
Her şeyden önce şunu vurgulamamız gerekiyor. Bir devlet geçmişe dönük yasa veya anlaşma yaparak vatandaşlarının kazanılmış haklarını ortadan kaldıramaz. Vatandaşlarının geçmişte kazandığı hakları ortadan kaldıran bir devlet, onların zararını tazmin etmek zorundadır.
Bu hukuk ilkesine göre devletin bir kişiye “Senin aldığın mal artık mülk değil sadece kullanma hakkıdır” demesi halinde bu kişinin zararını tazmin etmesi gerekir.
KKTC de yeni yapılan İyi İdare Yasasına göre sorumlu olan sadece devlet değil ayrıca devletin zarar görmesine neden olan yöneticilerdir. Buna göre KKTC de mülk sahibi olan kişiler Akıncıyı veya anlaşmayı imzalayıp referanduma sunan diğer görevlileri dava ederek “Benim malımın değeri mülk olarak şu kadardı. Sen mülkiyet hakkımı kullanıcı hakkına indirgedin. Hakkımı azaltıp beni zarara soktun bu zararı tazmin etmek zorundasın” diyebilecektir.
Böyle bir dava Amerika, Avustralya veya Kanada mahkemelerinde de açılabilir. Bu mahkemeler Akıncıya “Benim ülke vatandaşlarımın KKTC de malları vardı? Mülkiyet haklarına hangi hakla müdahale ettin? Devletin geçmişte verdiği koçanları ne hakla iptal edersin? Dünyanın neresinde mülkiyet hakkı ifade eden bir koçan daha sonra kullanma hakkına dönüştürülmüştür?” diye soru sorabilirler. Bu Mahkemeler de malların değerinde olan azalma nedeniyle devlet görevlilerinin şahısları aleyhine tazminat hükmü verebilirler. Yapılmak istenen bu denli, hukuk dışı bir iştir. Kıbrıs Türk Halkı bir nevi hipnotize edilerek hiçbir halkın kabul etmeyeceği şartları kabul etmeye sürüklenmektedir.
ULUSLARARASI HUKUKTA MÜLKİYET SORUNU NASIL ÇÖZÜLÜR?
Uluslar arası hukuk, benzer koşullarda dünyaülkelerinin izlediği ve teamül haline getirdiği kurallar demektir. Mülkiyet konusunda uluslararası hukuk kurallarını anlamak için toplu göç olan diğer yerlerde mülkiyet sorununun nasıl çözüldüğüne bakmak gerekir. Hiç birinde Rum tarafının önerdiği ve Akıncı ile yandaşlarının kabul ettiği gibi sorun bireysel olarak çözülmemiştir. Böyle çözülmesi düşünülemez. Çünkü bu yöntemin uygulanması halinde o ülkede yeniden çatışma çıkması ve tekrar göç yaşanması kaçınılmazdır. Eğer toplu göçe bir savaş neden olmuşsa mülkiyet sorununun bireysel olarak çözülmesi yeni bir savaş demektir.
Uluslararası hukuk araştırmaları toplu göç olan yerlerde mülkiyet sorununun her zaman globalmal takası yöntemiyle çözüldüğünü göstermektedir. Global mal takasında iki devlet arasında savaşı kimin çıkardığı, hangi tarafın kusurlu olduğu, tarafların gördüğü zararlar toplu olarak hesaplanır ve devletler arasında bir anlaşma ile sorun çözülür. Her devlet, kendi bölgesine göç edenlerin sorumluluğunu üstlenir. Göç edene katıldığı devlet başka mal verir veya onu diğer bir şekilde tazmin eder. Göç edenin eski malı ile hiçbir bağı kalmaz.
Hukukçular bu kuralın gerekçesini de şöyle açıklıyorlar.
İki kişi arasında mülkiyet sorununun bireysel bir nedenle ortaya çıkması ile toplumsal bir nedenle ortaya çıkması arasında fark vardır. Bir mala bir kişi şahsen tecavüz etmişse onu şahsen dava etmek ve mağduriyeti iade ( tahliye ), takas veya tazminatla gidermek gerekir. Çünkü bu olayın meydana gelmesinde kusurlu olan o kişidir ve sorun iki kişi arasında çözülmelidir. Halbuki toplu göçlerde kusur bir kişide değildir. Bir devlettedir. Daha doğrusu o devletin yöneticilerindedir. Bu nedenle göçeden kişi ile onun mülküne yerleşen kişinin karşı karşıya gelip sorunu çözmesi söz konusu olamaz. Kim toplu göçe neden olmuşsa kusur ondadır ve haksızlığı giderecek olan da odur. Bu nedenle savaşlardan sonra devletler arası bir anlaşma yapılır, kusurlu devlet savaş tazminatı öder ve bu arada göç eden insanların mülkiyet sorununu da çözmesi gerekir.
Kıbrıs Rum Yönetimi bir şaşırtmaca ile ve sanki Kıbrısta bir savaş olmamış ve sanki toplu göç yaşanmamış, bazı bireyler durup dururken kendi iradeleri ile kalkıp başka bir kişinin malını işgal etmişler gibi bir hukuk kuralı uygulamaya çalışmaktadır. Rum yandaşı yöneticilerle medya da bilinçsizce Rumgörüşünü desteklemektedir.
Uluslararası teamüle göre Türk ve RumYönetimleri ve taraf haline gelmiş Türkiye ile Yunanistanın bir araya gelerek bir anlaşma yapmaları ve göç eden insanların mülkiyet sorununu çözmeleri gerekiyordu. Bu anlaşmada Rum tarafının Akritas ve İfestof etnik temizlik planları yaptığı, 15 Temmuz 1974 darbesini yaptığı ve savaşı kaybettiği dikkate alınarak savaş tazminatı ödemesi gerekecek ve malını terk edip Güneye geçen Rumların mal taleplerini de karşılamak zorunda kalacaktı. Rum Yönetimi mallarını terk edenRumlara, Kuzeye göç edip mallarından feragateden Türklerin mallarını verebileceği gibi diğer yöntemlerle de onları tazmin edebilecekti. Maalesef Rum Yönetimi ateş kesten sonra anlaşma yapmayı reddetti ve sıcak savaşı soğuk savaşla devam ettirerek savaşı kazanmış gibi şartlar öne sürmeye başladı. Böylece yenik düştüğü 1974 Barış Harekatını zaferle sonuçlandırmaya çalışmaktadır.
Yapılan son açıklamalar Rum Yönetiminin tanıtım ve propagandada ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir. Yapılan propagandanın etkisiyle Kıbrıs Türklerinin bir bölümü bireysel çözüme tepki göstermemekte ve iki halkın çatışma
ortamına sürüklenmesini olağan kabul etmektedir. Bunun nedeni bir kesim Kıbrıslı Türkün soğuk savaşta Rum safına geçip Rum görüşlerini savunmaya başlamasıdır.
Kıbrıs Türk Halkının beynini yıkamak için akıl almaz boyutlarda çaba harcanmış ve her türlü psikolojik teknikten yararlanılmıştır. Örneğin Kıbrıslı Türklerin bir bölümü Türkiyeden gelen kendi soydaşlarına karşı ırkçılık yapmaya başlamışlardır. Kendilerine solcu diyen kişiler Türkiyeden gelen emekçilere her türlü haksızlığı yaparken Rum kesimindeki iş adamlarına yağ çekmeye başlamışlardır.
KKTC koçanlarının haksız dağıtıldığı yönünde büyük propaganda yapılmış ve halk biri birinden kıskanan ve nefret eden bir konuma düşürülmüştür. Kuzeyde kalan Rum mallarının hatalı dağıtıldığından şikayet edilmektedir. Halbuki biraz inceleyince bu hataların daha çok kendine solcu diyen Rum sempatizanı partiler tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki şikayetçi olanların diğer uygar ülke aydınları gibi “Yasama meclisimiz var, hatalı bir dağıtım olmuşsa yaptığı yasalarla bunu düzeltebilir.” demesi ve hataları düzeltmek için formül önermesi gerekirdi. Maalesef bunun yerine Rum görüşlerini destekleyen bu kişiler KKTC nin ve dolayısıyla Kıbrıs Türk Halkının yok olmasına neden olacak “Biz yasa yapamayız, sorunları çözemeyiz, Rum yönetimi altına girmeliyiz” anlamına gelecek veya bu sonucu doğuracak görüşler öne sürmektedirler. Her ülkede görülebilecek sorunları ve adaletsizliği ortadan kaldırmak için Kıbrıs Türk Halkının azınlık olmasından başka çare yokmuş gibi Rum propagandası yapmaktadırlar.
Yok olma sonucu doğuracak görüşleri büyük bir bilinçsizlik içinde tekrarlayıp duruyorlar. Maalesef beyin yıkama yöntemleriyle Kıbrıs Türk Halkının bir bölümü bu seviyeye düşürülmüştür.
Bu nedenle büyük devletler ve uluslararası kuruluşlar uluslararası hukuka aykırı olsa bile Rum Yönetimine zafer kazandıracak bireysel çözüm formülünü desteklemektedirler. 1974 de Kıbrısa gelen Barış bozulmak ve Rum Yönetimi Kuzeye yeniden egemen olmak üzeredir.
Rum Yönetiminin amacı 1974 de sıcak savaşta yaşadığı yenilgiyi dolaylı ve hileli bir anlaşma ile zafere dönüştürmektir. Akıncı ve yandaşlarının mülkiyet konusunda Rum görüşlerini benimsemesi Rum Yönetiminin en büyük başarısıdır.
DÜNYADA DİĞER TOPLU GÖÇLERDE UYGULAMA NASIL OLDU?
Uluslararası hukuka göre savaş ve toplu göç olan ülkelerde mülkiyet sorununun bireysel değil global olarak çözülmesi gerektiğini gördük. Bu konuda örnek bulmak için fazla uzağa gitmeye gerek yoktur. Kurtuluş Savaşından sonra Türkiye ile Yunanistan arasında bu yöntem uygulanmış ve iki ülkenin halkları arasında yeni kavgalar ve acılar yaşanması önlenmiştir.
İkinci dünya savaşında birçok ülkede toplu göç yaşanmıştır. Daha sonra Balkanlarda, Kafkaslarda ve dünyanın birçok yerinde savaşlar ve toplu göçler olmaktadır. Bu ülkelerin hiçbirinde mülkiyet sorunu Rum Yönetiminin ve Akıncı ile müzakere heyetinin benimsediği gibi bireysel olarak ve eski mal sahibi ile yeni mal sahibinin davalaşıp kavga etmesi ile çözülmemiştir.
Özetle Akıncı ve ekibi toplu göç olmayan yerlerde, yani bireysel işgallerde uygulanan bir kuralı aldatmacayla toplu göç olan bir yerde hem de karşılıklı göç olan bir yerde, yeni bir hukuk düzeni oluştuktan sonra uygulamaya çalışmaktadır. Trajedi buradadır. Bu sıra dışı yöntemin çatışmalar ve yeni göçler çıkaracağını, bu çatışma sonunda azınlıkta olan Kıbrıs Türk Halkının ezileceğini tüm dünyagörmektedir.
BİREYSEL ÇÖZÜMÜN ORTAYA ÇIKARACAĞI SORUNLAR NELER OLABİLİR?
Rumların Kuzeyde terk ettiği mallarda mülkiyet haklarının kabul edilmesi ve mülkiyet sorununun bireysel yöntemle çözülmesi halinde eski mal sahibi ile KKTC koçan sahibi aynı mal için Mülkiyet Komisyonuna başvuracak ve Komisyon karar verinceye kadar o mala çivi bile çakılamayacaktır. Gökten bir emirle dondurulmuş gibi Kuzeydeki malların en az % 80 inde faaliyetler duracaktır. Bu malların ileride kime ait olacağı belli olmayacağı için kimse inşaat veya tadilat yapma isteği duymayacaktır. Bu nedenle Türk bölgesi fakir bir getto haline gelecektir.
Eğer Komisyon tartışmalı malı Türk kullanıcının almasına karar verirse bu Türk, malın değerini Rum’a ödemek zorunda kalacaktır. Yani KKTC hukukuna göre malın sahibi olan kişinin malı bir daha satın alması gerekecektir. Acaba hangi
Türk, sahibi olduğu malı ikinci kez satın almaya razı olacaktır? Razı olsa bile malı tekrar satın alacak parayı nerede bulacaktır?
Bir an için Komisyonun erken karar veremediğini ve iki kişinin uzun süre mücadele etmek zorunda kaldığını düşünelim. Bu süreçte tartışmalı mal satılamayacaktır. Bu nedenle Kıbrıslı Türkler geçmişte sahibi oldukları ve satabildikleri mallarını yıllarca satamayacaklar, sadece kullanabileceklerdir. Bu perspektiften bakılırsa yani Rumların 1974 Barış Harekatını kazandığı ve Türklerin teslim olmaya razı olduğu varsayılırsa Kıbrıs Türklerinin kira ödemesi dahi gerekebilecektir. Dünyada Kıbrıs Türklerinden başka hangi halka böyle bir ceza verilmiştir?
Diyelim ki değerli bir mal tartışma konusudur. Örneğin Üniversitelerimizin üzerine inşa edildiği mallardan biri Komisyonda tartışılmaktadır. Mal sahibi kabul edilen Rumun bu malı ele geçirmek için sonuna kadar mücadele edeceği açıktır. Annan Planında malın ucuza gitmemesi için önlemler düşünülmüş ve “current value” denilen bir formülle Kuzeydeki bir mala Güneyin değerli bir bölgesinde imiş gibi değer biçilmesi öngörülmüştü. Bu formüllerin de yardımıyla o kadar yüksek bir değer ortaya çıkacaktır ki hiçbir üniversitemiz Rum mal sahibinin istediği bedeli ödeyemeyerek ve kapanmak zorunda kalacaktır.
HANGİ KOÇANLAR GEÇERLİ OLACAKTIR?
Yapılan açıklamaya göre KKTC koçanları geçersiz olacaktır. O zaman hangi koçanların geçerli olacağı bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Acaba Rumların geçerli olduğunu iddia ettiği koçanlar, insan haklarına uygun, güvenilir koçanlar mı? Yoksa orada da bir hile mi olacak?
Annan planında 20 Temmuz 1974 de Tapu Dairelerinde mevcut kayıtların geçerli olacağı kabul edilmişti. Bu görüş ilk anda tutarlı gibi görünmektedir. Ancak biraz inceleyince hileli ve hatta insan haklarına aykırı bir görüş olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi 21 Aralık 1963 saldırılarından sonra oluşan Kıbrıs Türk Bölgelerinde Tapu Dairesi yoktu. Tapu Daireleri Rum kesiminde kalmıştı. Rum yönetimi ırkçı ve insan haklarına aykırı bir kararla Türklerin Rum malı almasını yasakladı. Rumların Türk malı almasını ise teşvik etmeye başladı.
Bir Rum Türk malı almak istediği zaman çeşitli imkanlardan yararlanıyor ve Tapu Dairesine gittiği zaman işlem derhal yapılıyordu. Buna karşılık Türk, Rum malı almak için Tapu Dairesine gittiği zaman herhangi bir işlem yapılmıyor, kendisine Bakanlar Kurulundan izin alması gerektiği söyleniyordu. Bu izin hiçbir zaman verilmiyor, aksine malını Türke satmayı kabul eden Ruma yönelik tehditler başlıyordu. Bu nedenle Rumların Türklere mal satamadığı sadece Türklerin ekonomik zorluklar altında Rumlara mal sattığı bir dönem yaşanmıştır. Bu koşullarda Rum kontrolünde oluşan tapuların insan haklarına uygun olduğu söylenebilir mi?
Ender hallerde satıcı Rum tapuya kayıt yaptırmadan bir sözleşme ile malını Türke satmak zorunda kalıyordu. 20 Temmuz 1974 deki Rum tapu kayıtları geçerli kabul edilince onların hakları da yitirilmiş olacaktır.
Özetle Rum Tapu kayıtları 11 yıl süren insanlık dışı bir süreçte insan haklarına aykırı olarak oluşmuş kayıtlardır. Bu kayıtları geçerli kabul etmek uluslararası hukuka uygun değildir.
11 yıllık süreçte Güneydeki Evkaf mallarının kayıtları belirsiz kalmış Kuzeydeki Kilise mallarının kayıtları ise son derece netleşmiştir. Bilindiği gibi 1974 den sonra Vakıflar ve Din İşleri Dairesine Güneydeki mallarına karşı Kuzeydeki Kilise malları eşdeğer olarak verilmişti. Yeni anlaşmaya göre Kuzeydeki Kilise malları Kiliseye geri dönecek fakat Güneydeki Evkaf malları bir çırpıda yitirilecektir. Örneğin Evkaf Maraşın vakıf malı olduğunu ve Rumların yasa dışı yöntemlerle bu malları gasp ettiğini iddia etmektedir. 20 Temmuz 1974 kayıtlarının geçerli kabul edilmesiyle Evkafın tüm iddiaları ortadan kalkacak ve Maraşla Güneydeki diğer Evkaf malları tartışmaya fırsat kalmadan yitirilmiş olacaktır.
Bu nedenle ilk anda makul gibi görünen 20 Temmuz 1974 tapu kayıtlarının esas alınması adaletsiz sonuçlar doğmasına neden olacaktır. Daha açık bir ifade ile bu görüş de hilelidir ve Rum Yönetiminin hazırladığı tuzaklardan biridir. Saf Türklerin bu konuları anlamadığını veya KKTC yi yönetenlerin zaten Rum görüşlerini benimsediğini düşünen yabancı uzmanlar da bu tür önerilerin hazırlanmasına yardımcı olmaktadır. Amaçları Kıbrısı Afganistan, Irak veya Suriye gibi sürekli bir çatışma içine sokmak veya Kıbrıs Türklerini topraksız ikinci sınıf bir azınlık haline getirmektir.
BARIŞ
Herhangi bir sözleşme yapılırken o sözleşmenin başarı ile uygulanması için potansiyel anlaşmazlık konularının saptanması ve yeniden anlaşmazlık çıkmaması için önlem alınması gerekir. Hiçbir anlaşmazlık olasılığı kalmamalı ki sözleşme başarı ile uygulanabilsin. Uluslar arası anlaşmalar yapılırken de “Acaba hangi kuralları koyarsak yeni anlaşmazlıklar ortaya çıkmaz ve anlaşma sorunsuz uygulanabilir” diye düşünülür. Akıncı ve yandaşlarının yapmak istediği ise bunun tam tersidir. Burada hemen herkes hem de sahip olduğu her parsel için Mülkiyet Komisyonuna başvurmak zorunda kalacaktır. Nasıl çözüleceği belli olmayan bir sorunu çözmek için yıllarca kavga edecektir. Yapılmak istenen iki halkı Rumların kazançlı olacağı bir çatışma ortamına sürüklemektir. Böyle bir düzenleme Rum Yönetimine zafer kazandırmak ve Kıbrıs Türklerine savaş tazminatı ödetmek isteyen bir anlayışın ürünü olabilir.
Dünyada böyle bir yöntemle mülkiyet sorununun çözülebileceğini düşünmek için çok saf olmak gerekir. Kıbrıs’ta 1974 de Rum Yöneticilerin etnik temizlik planlarına karşı Türkiye’nin son derece haklı bir müdahalesi olmuştu. Katliamlar sona ermiş, karşılıklı göç sonucu iki halk ayrı bölgelerde yaşamaya başlamış ve böylece Kıbrısa barış gelmişti. Anlaşmazlıklar ortadan kalktığı için iki halk dost olmaya başlamıştı. Şimdi aşırı Rum milliyetçiliği ve Kıbrıs Türklerinin bir bölümünün Rum görüşlerini benimseyip, Rum iddialarını desteklemesi nedeniyle uluslararası bir güç onları yeniden kavga ettirmek üzeredir. Hem de bu kavganın barış olduğunu söyleyerek.
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARLARI
Rum propaganda ekipleri ile Rum sempatizanlarının büyük destek aldığı kaynaklardan biri de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM ) kararlarıdır. Halbuki bu kararların konumuzla ilgisi yoktur. Hukukun temel kuralına göre bir Mahkeme kararı sadece davaya taraf olan kişileri etkileyebilir. Bunun nedenini anlamak kolaydır. Bir davada taraflara iddialarını öne sürme ve savunma yapma fırsatı verilmesi gerekir. Bir mahkemenin iki tarafın iddialarını dinledikten sonra verdiği karar adil olabilir. Bu nedenle iki tarafın aralarında davalaşması sonucu
verilen kararın başka kişileri etkilemesi söz konusu olamaz. Bu hukukun en temel ilkelerinden biridir. Maalesef Rum Yönetimi, Kıbrıslı Türk yandaşlarının desteği ile bu temel ilkeyi de ihlal etmek üzeredir.
Kıbrısta fiilen iki ayrı devlet olduğu inkar edilemeyecek bir gerçektir. KKTC bir referandum sonucu kurulmuş Anayasası olan ve kendi yasalarını kendi Yasama Meclisinde yapan bir devlettir. KKTC koçanları bu devletin yaptığı yasalar sonucu hak sahiplerine dağıtılmıştır.
Herhangi bir Mahkemenin KKTC koçanları ile ilgili bir karar verebilmesi için KKTC nin davaya taraf yapılması ve KKTC ye savunma olanağı verilmesi gerekir. Halbuki AİHM in Kıbrısla ilgili verdiği kararlarda KKTC taraf değildir. Daha doğrusu Rum yönetimi yaptığı itirazlarla KKTC nin taraf olmasını önlemiştir.
AİHM in Kıbrısla ilgili verdiği kararlar, Rum Yönetiminin veya bir Rum vatandaşınınTürkiye aleyhinde açtığı davalarda verilmiştir. Bu davalarda Mahkeme, Türkiyenin Barış Harekatını yapmakla haksız fiilde bulunduğu ve Rum mal sahiplerinin mallarına gelmesini engellediği gerekçesi ile Türkiye aleyhine kararlar vermiştir. Türkiye daha iyi hukukçularla mahkemeden bu haksız kararların düzeltilmesini isteyebilir. Ancak bu kararların KKTC deki koçan sahiplerini veya KKTC yi etkilemesi söz konusu olamaz.
Avustralyanın en iyi hukukçularından aldığımız görüşe göre AİHM kararlarının tartıştığımız konu ile ilgisi yoktur. Çünkü bu davalarda KKTC veya KKTC de koçan sahibi olan herhangi bir kişi taraf yapılmamıştır. Bu kararların KKTC deki mülkiyet sorununa uygulanmak istemesi hukukun temel ilkelerine ve dolayısıyla insan haklarına aykırıdır. Kıbrıs Türklerinin çok saf olduğu düşünülerek bu girişimler yapılmaktadır.
Kıbrıs Türk Halkı uluslararası anlaşmalara taraf olmuştur (Zürih ve Londra anlaşmaları ) . 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında eşit hak sahibi olduğu kabul edilmiştir. 1983 de halk oyuna başvurarak KKTC diye bir devlet kurmuştur. Böyle bir halkı ve devletini yok sayarak verilen kararlar da bu devlet açısından yok sayılır.
Uluslararası hukuk ilkelerine göre AİHM kararlarının KKTC yi veya KKTC koçanlarını etkileyebilmesi için yeni bir dilekçe ile KKTCnin bu davalara taraf yapılması ve KKTC ye savunma olanağı verilmesi gerekir.
Rum Yönetiminin bu yöne gideceğini sanmıyoruz. Çünkü mücadele yönteminde hile vardır. Yalan yanlış propaganda görüşlerini Kıbrıs Türklerinin beynine yerleştirerek onları yok olacakları bir sürece yönlendirmeyi tercih edecektir.
RUM YÖNETİMİNİN TAZMİNAT ÖDEMESİ GEREĞİ
Rum görüşü KKTC nin yasal bir devlet olmadığı varsayımına dayanmaktadır . Halbuki uluslararası hukuka göre KKTC yasaldır. Çünkü 1960 Anayasasına göre eşit olan iki halktan birinin özgür ve eşit kalmak için kurduğu bir devlettir. Yasal olmayan Kıbrıs Rum devletidir. Çünkü ırkçı ve terörist eylemler sonucu etnik temizlik planları hazırlayarak (Akritas ve İfestos planları) kurulmuş bir devlettir. Rum devleti Yöneticilerinin Uluslarası Ceza Mahkemesinde yargılanarak cezalandırılması gerekir. Böyle bir Mahkemede savunma yapmaları da kolay olmayacaktır. Çünkü Bosnada Sırp katilleri mahkum edecek yazılı delil yoktu. Bu nedenle yargılama uzun sürmüş ve karar vermek zor olmuştu. Halbuki Kıbrısta Akritas ve İfestos planları Rum yöneticilerin insanlık suçu işlemek niyetinde olduklarını kanıtlayan yazılı delillerdir. Bu planları inkar etmek mümkün değildir. Sorun Kıbrıs Türk aydınının bu belgeleri dünyakamu oyuna anlatmaması ve adil bir mahkemede anlatma fırsatını elde etmemesidir.
Gerçi Kıbrısta Rum Yönetiminin tüm etnik temizlik girişimleri Türkiyenin müdahalesi ile durdurulmuştur. Ancak önemli olan niyettir. Teşebbüs yapılmıştır. Toplu mezarlar kazılmıştır. Kazılmalarının nedeni Rum Yöneticilerinin hazırladığı etnik temizlik planlarıdır. Kıbrıs Rum Devleti faşist ve ırkçı görüşler içinde etnik temizlik planları hazırlayarak kurulmuş bir devlettir. Bu devlet tanınsa bile uluslararası hukuk ilkeleri açısından yasallık kazanamaz.
Akıncı ve yandaşları bu gerçeğin altını çizse ve her açıklamada gündeme getirse Rum devletinin yasallığına gölge düşecek ve BM ile AB nin KKTC yi tanıması kaçınılmaz olacaktır. Çünkü BM ve AB nın 1960 da eşit olan iki halka karşı eşitsiz davranması büyük bir haksızlıktır ve insan haklarını ihlal etmektedir. Kıbrıs
Türklerinin seslerini yeterince yükseltmesi halinde bu kadar ciddi bir haksızlığı uzun süre devam ettiremezler.
KKTC tanındıktan sonra kimse KKTC koçanlarını tartışamayacaktır. Uluslararası hukuka uygun yapılacak anlaşmada Rum Yönetiminin Kuzeyi işgal etmesi değil Kıbrıs Türk halkına tazminat ödemesi gündeme gelecektir.
İki halk ve iki devlet arasında eşitsizliğin ortadan kalkması , iki ayrı devletin BM ile AB ye üye olması ve iki halkın ayrı bölgelerde yan yana yaşaması üzerine Kıbrısa sonsuza dek barış gelecektir. Avrupada bir zamanlar savaşmış Alman ve Fransız halklarının şimdi barış içinde yaşamasına benzer bir durum olacaktır. İki halkı bir birine karıştırıp kavga ettirmekle veya bir halkı diğerinin egemenliği altına koymakla barış olmayacağını tüm dünyabilmektedir. Bu bilinç Kıbrısta da uygulansa Kıbrıs örnek bir barış adası olabilir. Maalesef Rum Yönetiminin, tüm Kıbrıs’a egemen olma çabası ve faşist karakteri, Kıbrısa 1974 de gelen barışın kalıcı olmasını engellemektedir.
Kıbrıs adası Akıncı ve yandaşlarının Rum görüşlerini benimsemeleri nedeniyle barış ortamından her geçen gün uzaklaşmakta ve Türk halkının ezileceği, faşist Rum Yönetiminin Kuzeyi işgal edeceği bir yöne doğru gitmektedir.
Kıbrıs Türk Halkı yalanlarla ve aldatılarak yok olacağı bir tuzağa düşürülmek üzeredir.
Hasan Özer
Sydney
İlginizi Çekebilir