Trump siyaseti ve Amerikan toplumundaki fay hatları
DÜNYAAmerikan toplumu baştan beri birçok fay hattı tarafından bölünmüş bir toplumdur ve siyasi sistem bu fay hatlarının canlanıp birbirini imha etmesini engellemek üzere kurulmuştur. Trump siyaseti, bu sistemin sınırlarını zorluyor.
Amerikan toplumundaki siyasi kutuplaşma alışılmadık şekilde sertleşti. Amerikan sistemi bu tür bir siyasi kutuplaşmayı uzun süre kaldıramayabilir. Çünkü Amerikan siyasetinin en temel özelliği siyaset karşıtı olmasıdır. Yani bütün sistem siyasal güçlerin yavaşlaması, ılımlılaşması, dengelenmesi ve kontrol edilmesi üzerine kuruludur. Bu sistemin Trump siyasetini daha ne kadar daha kaldırabileceği hakkında kötümser yorumlara bir örnek Cumhuriyetçi Senatör Ben Sasse’den geldi.
Geçen hafta çarşamba günü Senato’da yaptığı konuşmada Sasse, Yüksek Mahkeme’ye Trump tarafından aday gösterilen Brett Kavanaugh etrafında dönen ve Amerikan toplumunu ikiye bölen tartışmaları değerlendirdi. Ülkenin hızla “kabilecilik” davranışına sürüklendiğini söyleyen Sasse, Senato’nun bir müzakere platformu olmaktan uzaklaştığını ve Trump’ın bu dönemde ülkeye liderlik edemediğini ekledi. Ancak aynı Sasse, Cumartesi günü Senato’daki oturumda Cumhuriyetçi kabilenin diğer mensupları gibi “evet” diyerek Kavanaugh’un adaylığını onayladı.
Sonuç olarak hakkında taciz iddiaları olan ve alkole düşkün olduğu söylenen Kavanaugh 51-48 oyla Yüksek Mahkeme’nin dokuz yargıcından biri oldu. Kavanaugh ile birlikte Yüksek Mahkeme’de muhafazakâr yargıç sayısı çoğunluğunu sağlamlaştırdı.
Burada tartışma konusu olan şey çok muhafazakâr birinin Yüksek Mahkeme’ye atanması değil. Çünkü yargıçların siyasi eğilimleri her zaman bilinir ve genellikle muhafazakâr veya liberal eğilimden biri Mahkeme’de çoğunluğa sahip olur. Yani yargının siyasetten bağımsız olduğu efsanesinin Amerikan siyasi söyleminde yeri yoktur. Bu konuda ABD’de hiç kimse karnından konuşmaz, objektiflik numarası yapmaz, yargı mensupları siyasetin üstündedir gibi laflar etmez.
Öyleyse mesele ne? Meselenin iki temel yönü var. Birincisi, Amerikan toplumu baştan beri birçok fay hattı tarafından bölünmüş bir toplumdur ve siyasi sistem bu fay hatlarının canlanıp birbirini imha etmesini engellemek üzere kurulmuştur. Trump siyaseti bu sistemin sınırlarını zorlamakta ve dolayısıyla fay hatlarını harekete geçirmektedir. Meselenin ikinci (ve aslında birincinin alt başlığı sayılabilecek) yönü ise Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin her daim siyasi tartışmaların ve kamplaşmaların odağında olan bir kurum olmasına rağmen şimdiye kadar Senato’nun bu kadar partizanca bölünmesine yol açmamasıdır.
Yüksek Mahkeme ve Senato ile ilgili yön, meselenin sıcak tarafı. Ancak birinci ile başlamakta fayda var. Çünkü Amerikan toplumunun baştan beri nasıl bölünmüş olduğunu anlamadan bugünkü siyasi kutuplaşmayı abartılı okuma yanlışına kapılabiliriz.
Amerika’nın bölünmüş toplumunun kökenleri
Başta da ifade edildiği gibi Amerikan siyasetinin en temel özelliği siyaset karşıtı olmasıdır. Çünkü Amerikan toplumu baştan beri siyasal, kültürel, ekonomik, dini ve etnik hatlarda bölünmüş ve bugüne kadar hiçbir temel meselesini çözmemiştir. Kuzeydoğudaki Yeni İngiltere denen bölgenin radikal Kalvinistleri, daha güneyde Alman Kuveykırların kurduğu bölgeler, New York şehri ve çevresinde Hollandalılar tarafından kurulan ticari merkezler, daha da güneydeki köle ekonomisi üzerine kurulan bölgeler, İskoç ve İrlandalı yerleşimler veya Pasifik sahilindeki apayrı dünyalar. Bunlar her biri diğeri üzerinde üstünlük kurmaya çalışan ve bugün halen devam eden gerilimlerin konusu olan bölünmelerdir.
Amerikan siyasi sistemi ise tamamıyla bunların birbiri üzerinde hegemonya kuramaması üzerine dizayn edilmiştir. Yani “anlaşamamak üzerine anlaşmak” (agree to disagree) Amerikan siyasetinin kurucu felsefesidir. Güçler ayrılığı, denge-denet sistemi, federal yapı, iki kamaralı meclis veya seçimlerin sık aralıklarla yapılması gibi düzenlemelerin her biri toplumdaki derin fay hatlarını statik şekilde tutmayı veya en azından ABD’yi yıkacak boyuta çıkmasını engellemeyi amaçlamaktadır.
Her ne kadar ABD anayasasının 1788’de kabul edilmesinin üzerinden 73 yıl geçtikten sonra 1861’de dört yıl süren çok kanlı bir iç savaş yaşansa da siyasi sistemin amacını başarılı bir şekilde gerçekleştirdiği söylenebilir. Elbette sistemin başarısında anayasal dizaynın rolü vardır. Ancak anayasaya ağırlığını koyan iradenin iç savaşı kazanmasının da bunda çok önemli bir etkisi olduğu yadsınamaz. Eğer savaşı anti-federalist eğilimli güneyliler kazansaydı tarih çok farklı bir akışa sahip olabilirdi.
ABD anayasasının yazılmasına en çok katkı veren isim olan James Madison, yeni anayasaya insanları ikna etmek için kaleme alınan Federalist Yazılar’da şöyle der: “Eğer insanlar melek olsaydı, hükümete gerek kalmazdı. ...Bir hükümeti tesis ederken en büyük zorluk şudur: Önce hükümete, yönetilenleri kontrol edecek gücü vermelisiniz; sonra da kendini kontrol etmeye mecbur kılmalısınız.” Madison ikilemi denen bu yaklaşım, Amerikan anayasasının ve siyasetinin her tarafına sinmiştir. Yani muktedir bir merkezi otorite kurmak ile bu otoritenin toplumdaki fay hatları üzerinden yükselip diğerlerine baskı kurmaya çalışan bir güce dönüşmesini engellemek arasında bir denge kurma ihtiyacı. Bugün Trump ile yaşanan durum, bu dengenin artık işlememesi veya bizzat Trump siyaseti tarafından işletilmemesidir.
Sonuçta hem liberal hem de muhafazakâr seçmen diğer tarafa daha az tahammül eder boyuta gelmiş, birini seçmekten ziyade karşı taraftakini seçmeme motivasyonu ile hareket etmeye başlamıştır. Bu tahammülsüzlüğün çarpıcı örneklerinden biri de geçtiğimiz haziran ayında liberal görüşlü bir restoran sahibi tarafından Trump’ın basın sekreteri Sarah Sanders’a restoranı terk etmesinin söylenmesidir. Bunların Trump seçmenini daha da motive eden olaylar olduğu açıktır.
Yargının siyasallığı ve Senato’daki kutuplaşma
Meselenin ikinci ve daha sıcak yönüne gelince... Öncelikle, başkan tarafından aday gösterilen birinin Senato’yu bu derece partizanca bölmesi ve bu kadar az farkla Senato’dan onay alması çok nadir görülen bir durum. Her ne kadar aday gösterilen kişilerin siyasi eğilimleri herkes tarafından bilinse de adayların onay oranları genelde parti hatlarını aşar. Çünkü başkanlar diğer partinin senatörlerinden de destek alabilmek için genellikle ılımlı liberal veya muhafazakâr isimleri aday gösterirler. Ancak Kavanaugh, 1881’de 1 oy farkla yargıçlığı onanan Stanley Matthews’tan beri, yani yaklaşık 140 yıldır en az oyla Yüksek Mahkeme’ye seçilen yargıçtır.
Hatta başkanın yargıç adayının reddedilmesine, bu şekilde sınırda seçilmesinden daha sık rastlanıyor. Şimdiye kadar başkanın Yüksek Mahkeme’ye aday gösterdiği kişilerden 36'sı Senato tarafından geri çevrilmiştir. Bunun çok çarpıcı örnekleri de var. Mesela en önemli kurucu babalardan olan ilk başkan George Washington’un veya dördüncü başkan James Madison’ın birer adayı siyasi görüşlerinden dolayı Senato’dan geçememiştir.
Reddedilen adayların önemli bir kısmı da görev süresinin sonuna yaklaşmış “topal ördek” başkanlardan gelmiş. Örneğin, 20. yüzyıl başkanlarından Lyndon Johnson, yeniden seçimlere girmeyeceğini duyurmasına rağmen başkanlığının son yedi ayında iki yargıç atamak istemiş, ancak her ikisi de Senato tarafından reddedilmiştir. Benzeri bir durum Barack Obama’nın da başına gelmiş ve Obama adayını Senato onayına sunmadan geri çekmek zorunda kalmıştır. Bundan dolayı ölüm sebebiyle boşalan koltuk Trump’ın yaptığı atamaya kadar boş kalmış, birçok dava dört liberal ve dört muhafazakâr yargıç arasında karar alınamaması ile sonuçlanmıştır.
Yakın geçmişte Kavanaugh gibi az farkla seçilen bir başka yargıç Clarence Thomas’tır. Yine bir Cumhuriyetçi Başkan George H. W. Bush tarafından 1991’de aday gösterilen Thomas da cinsel taciz suçlamaları ile karşılaşmış ve Senato’da Demokratların çoğunlukta olmasına rağmen 6 Demokrat ve 46 Cumhuriyetçi olmak üzere 52 senatörün desteğini alarak yargıç seçilmiştir. Bill Clinton tarafından aday gösterilen ve şu anda Mahkeme’deki en yaşlı iki yargıç 87-9 ve 96-3 gibi oylarla, yani her iki partinin de neredeyse oybirliği ile onaylanmışlardır. Diğer yargıçların tamamı, hatta Trump’ın bir yıl önce atadığı Neil Gorsuch bile Kavanaugh’tan daha yüksek oranlarda onay almıştır.
Kısacası mesele aslında ne Kavanaugh’un muhafazakâr siyasi eğilimi ne de hakkındaki cinsel taciz ve alkol suçlamalarıdır. Mesele, Trump’ın toplumdaki siyasi ve kültürel fay hatlarını harekete geçirmesi, bunu seçim başarısının temel stratejisi olarak kullanması ve senatörlerin de bu stratejiyi onaylamasıdır. Sadece Cumhuriyetçi değil, Demokratik senatörler ve diğer siyasetçiler de bu strateji doğrultusunda hareket etmektedirler. Ancak bunun kazananı Trump olacaktır. Çünkü geleneksel olarak daha düşük oranlarda oy kullanan Amerika’nın orta ve güney bölgelerindeki kırsal nüfus ve beyaz Amerikalılar ne kadar çok mobilize edilirse seçimleri Trump’ın kazanma şansı o kadar artacaktır. Mesela tüm ılımlı tavrına rağmen Sasse’yi evet oyu kullanmaya iten sebep de temsil ettiği Nebraska’nın ağırlıklı olarak muhafazakâr olmasıdır. Veya Kavanaugh’a onay veren tek Demokrat senatör olan Joe Manchin’i motive eden de önümüzdeki kasımda muhafazakâr seçmeni çoğunlukta olan West Virginia’da güçlü bir Cumhuriyetçi adaya karşı yarışmasıdır.
[Doç. Dr. Edip Asaf Bekaroğlu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]
İlginizi Çekebilir