ADRİYATİK kıyısında Hırvatistan’a bağlı Dubrovnik, bir zamanlar Osmanlı himayesinde, daha doğrusu Osmanlı’nın haraçgüzarı olan tüccar bir şehirdir. O zamanlar küçük Venedik veya Dobrovenedik diye de bilinirdi. Büyük Venedik ile ikisinin bugünkü ortak tepkisi, şehri kirleten milyonlarca turist ve limanı dolduran gökdelen kılıklı yolcu gemilerini protesto etmek... Hiç de haksız değiller.
Turist istemeyen bir pırlanta şehir daha var. Bu şehrin her bir sokağındaki her bir binaya tıpkı öbür ikisinde olduğu gibi, bakmaya ve gezmeye doyulmuyor. Mutfakları hoşlukta diğerlerini zaten geçiyor. Avrupa müziğinin ve geleneksel dansinglerin son yıldızı, Katalunya’nın başkenti Barcelona’dan bahsediyorum. İki milyona yaklaşan şehir nüfusu, 35 milyon yıllık turistten yaka silkmiş. Bu turistlerin büyük bölümü otel bile kullanmıyor. Otel kullanmamaya itiraz edilemezdi ama tuvalet ve çöp kullanma konusunda hiç titiz olmadıkları açık.
POLİS GÖRÜNTÜLERİ AVRUPA STANDARTLARINA GÖRE SERT
Katalunya, İspanya’nın yüzde 33’üne varan zirai geliri, yüzde 37’sine varan endüstrisi ve kendi bölgesel gelirinin yüzde 60’ını teşkil eden hizmet sektörüyle yıldızı. Bu arada onlar da çok eski tüccardır. Lisan ve dünya bilgileri açısından da İspanyollardan zengindirler. Mısır’da Memlukların verdiği kapitülasyonları 1517’de Katalan konsolos, Yavuz Selim Han’ın önüne getirmiş, o da tasdik etmiştir.
Katalanlar bağımsızlık istemeye karar verdi, fazla kazanan kimse başkasıyla paylaşmak istemez. Mesela petrolü olan bölge, öbür aç bölgelere para yedirmek istemez. Katalunya gibi, endüstrisi, turizmi, ticareti sayesinde bol kazanan da öbür taraflardaki yatırımlara ve hizmetlere kesesinden para ayrılmasına tahammül edemiyor.
İnsanoğlu eşitlik ve sosyalizmin edebiyatını sever. Önce Katalan dilinin serbestisi tartışıldı, İspanya demokrasiye geçince bu iş serbest kaldı, hatta bugünkü kralın veliahtken Katalancayı iyi öğrendiğini anlatırlar. Derken iş mali kaynakların kontrolüne bindi. İspanyol federalizmi bazı vergilemelerde ve kontrolde buna imkân veriyor. Nihayet sonu referanduma dayanınca çıngar koptu.
Halihazırdaki hükümet partisi (Halk Partisi) ve bu hükümetin başı Mariano Rajoy’un çok etkili politikacılar olmadığı görülüyor. İspanyol muhafazakârlar bayılarak girdikleri camianın yani AB’nin ne olduğunun farkında değiller gibi. İspanya’nın Franco’dan sonra girdiği havanın ne olduğunun da farkında değiller. TV’de bize pek sert görünmeyen polis Batı Avrupa standartları içinde çok fazla sert. Ölen yok ama yaralı sayısı bu gibi gösteriler için çok fazla.
Nüfusun ancak yüzde 43’ünün katılabildiği referandumda oylar nihayet sayılabildi ve bütünü de kapsayacak şekilde bağımsızlığa “Evet” dendiği anlaşılıyor ama İspanya’nın kendinden ayrılan bir Katalunya’ya hiç tahammülü yok. Bütün partiler bir arada referandumu tanımıyorlar. Hatta solcular dahi, “Bağımsızlık eğilimine karşıyız ama böyle polisi şiddeti ve demokratik gösterilerin ihlalini kabul edemeyiz” dediler. Avrupa Birliği de sessiz ve referandumu tasvip etmez vaziyette. Bu gibi olayları “İtişmeyin, kardeş kardeş tatlınızı yeyin” havasıyla karşılamak istiyor.
AB AYRILMA FURYASINA KARŞI
Gerçekte Avrupa Birliği bu tip bölünmeleri dehşetle karşılıyor. Brexit’ten önceki İskoç referandumundan ödleri koptuydu. Belçika’daki muhtemel bölünmeyi de -Flamanlar bunu çok istiyor- dehşetle karşıladılar. 1970’lerden beri Avrupa Birliği’nin yoğunlukla önlemeye muvaffak olduğu Belçika’nın parçalanması eğilimidir. Kaldı ki Avrupa Birliği’nin hiç istemediği Kuzey İtalya’daki ‘Lega Nord’ gibi hareketler ve şimdilerde yine romantik biçimde uyanıyor görünen Venedik ayrılıkçılığı bu gibi bölünmelerle tekrar ortaya çıkabilir.
“Bölünmek dünyanın diğer tarafındaki ‘az gelişmiş’ ülkeler içindir. Uygar Avrupalı toplumlar bir masanın etrafında oturmayı bilir” diyorlar. Sözü çok ediliyor ama gündeme getirilmesi başarıyla önleniyor. Hırvatistan’ın Adriyatik kıyıları da Avrupa Birliği olmasa çoktan ayrılma taraftarıydı. Üstelik dili aynı. Zengin Avrupa’nın ayrılma çabaları da öbür taraftan farklı. Dünyanın eski kültür merkezi olan Suriye’nin şu haline bakınız. Bu gibi manzaraları herhalde Avrupa bir asırdır defterinden silmiş gibi.
BARCELONA’YA ASLAN TÜRKLER YERLEŞİYOR!
SON dört ayın bilgilerine göre satılan emlakın yüzde 12’sini bizim aslan Türkler almışlar. Ortalama metrekaresi 4-5 bin Euro olan binalara yetişecek kadar zenginiz. Bunu şunun için söylüyorum: Katalunya’yı daha emin görenler demek ki her yerde var. Milli geliri 30 bin dolar civarında olan bir halkın bu gibi yatırımlara pek ihtiyacı yok ama doğrusu Barcelona Avrupa’nın hakkıyla en güzel şehirlerinden biri. Kırsal bölge de daha temiz ve korunaklı.
MİSTİK MÜNEVVER GAUDİ’NİN TOPRAKLARINDA
KİBAR bir halktır Katalanlar. Altmışın üstündeki çiftlerin tango ve komparsita yapmak için müzikhollerin önünde kuyrukta beklediğini görürsünüz. Turistten bıkmalarına rağmen bezginliklerini karşılarına gelen turiste çemkirerek göstermiyorlar. Katalunya, Picasso’nun ve Dali’nin ülkesi. Gaudi gibi bir mimar ve mistik münevver bu ülkeyi belki de en iyi temsil edecek portre. Liseler ve üniversite halen en iyi eğitimi veriyor. İklim hoş.
İŞİN BAŞKA YÖNÜ DE VAR
KATALANLAR, 17’nci asırdan beri İspanya yani Kastilya tahtıyla hep mücadelede. İç Harp’te Franco kuvvetlerinden fena darbe yediler ve demokrasi gelene kadar pek hoş yaşamadıkları da bilinir. Galiba hayatlarındaki en tatsız görünüm de “Ben Katalanım ama önce İspanyolum” diyenlerdi. Bu tip seçim yapanlar artık birdenbire azalmış. Katalunya, “İspanya’yı beslemem” diyor. Kuşkusuz bunu çok tasvip edemezsiniz. Yalnız işin bir başka tarafı var. Bu zengin bölgenin zengin otomobil sanayini ve hizmet sektörünü besleyenler İspanya’nın başka tarafından gelen proletarya. Haliyle sadece yedi milyon kişinin bildiği Katalancayı değil kendi dillerini de konuşuyorlar ve çocuklarına da onu öğretmek istiyorlar. Özerk idare “Bizde Katalunya içinde İspanyolca okul olmaz, özel okul bulup gönderin” diyor. Hangi işçi özel okul parası bulur. Üstelik bunu yapan Katalanlar başka memleketlerde özgün dillerin kullanılması ve okutulması konusundaki kampanyaların başını çekiyorlar.
Yorum Yazın