Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Lefkoşa Milletvekili Doğuş Derya, Meclis Genel Kurulu’nda “Doğu Akdeniz Enerji Denklemi ve Diplomasi İhtiyacı” başlıklı konuşma yaptı.
“Bir süredir yanı başımızda hem ülkemizi ve Türkiye'yi, hem de başka birçok ülkeyi etkileyen önemli gelişme oluyor ve biz KKTC Meclisi olarak bu gelişmeleri layıkıyla istişare etmiyoruz” diyen Derya, 27 Kasım 2019’da Türkiye'nin Libya'da bulunan Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığı "Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası" ile "Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası" akabinde yaşanan bazı uluslararası tartışmaları ve pazar günü gerçekleşen Berlin Konferansı'nın sonuçlarını gündeme taşıma ihtiyacı hissettiğini belirtti.
Doğu Akdeniz Enerji kaynaklarının paylaşımının, bu mücadeleye müdahil olan birçok ülkenin bölgede aldığı pozisyon dolayısıyla uzunca bir süredir karmaşık bir halde olduğunu söyleyen Doğuş Derya, Kasım sonunda Türkiye'nin attığı adımla meselenin yeni bir boyut kazandığını belirtti.
“Türkiye'nin bir süredir kendisini Doğu Akdeniz’deki enerji denkleminden tecrit etmeye yönelik kurulmuş olan bloğa karşı yaptığı bu stratejik hamlenin farklı boyutlarını anlayabilmek için bir kere Libya'nın nasıl bir yer olduğu ve sürece kimlerin nasıl dâhil olduğunu anlamamız gerekiyor” diyen Derya, Libya’da yaşanan gelişmeleri aktardı.
CTP Milletvekili Doğuş Derya, Libya'nın yüzde 70 oranındaki toprağını ve Petrol Hilali olarak anılan kuzey kıyı bölgelerini, Hafter ve onun ittifak halinde olduğu güçlerin kontrol ettiğini belirterek El Sarraç'ın hakimiyetindeki Trablus hükümetinin kontrol edebildiği alanın yüzde 15 civarında olduğunu kaydetti.
Türkiye'nin anlaşma imzaladığı UMH'nin meşruiyeti ile ilgili yapılan uluslararası tartışmalarda öne çıkan unsurun 2014 Haziran'ında BM gözetiminde yapılan seçimler olduğunu söyleyen Derya, bunun ardından yaşanan gelişmeleri aktardı.
Bu süreçte Müslüman kardeşlerin de müdahil olduğu Trablus grubunun Fas'ta bir mutabakat hükümeti kurulmasını kararlaştırdığını ve hükümetin temsilciler meclisince onaylanmasını hükme bağladığını söyleyen Derya, şöyle konuştu:
“2015 yılında Süheyrat Anlaşması ile ana hatları belirlenen bu siyasi diyalog süreci, Mutabakat Hükümeti'nin temsilciler meclisince onaylanmasından önce, İngiltere'nin yaptığı iddia edilen bir manevra ile BM tarafından tanındı. Bugün hangi yönetimin meşru olduğu tartışmaları biraz da bu eksenden yürütülüyor.”
Meşruiyet meselesinin sadece hukuki bir tartışma ekseninde gitmediğini dile getiren Derya, tartışmanın Hafter'in İŞİD ve El-Kaide'ye karşı yapmış olduğu mücadele ekseninde de yürütüldüğünü belirtti.
Libya’nın enerji rezervleri açısından önemli kaynak barındıran ve stratejik bir yerde bulunan bir ülke olduğunu anlatan Derya, British Petrol'ün 2018 tarihli Dünya Enerji Görünümü Raporu'na göre Libya'da toplam 48 milyar 400 milyon varil petrol, 1 trilyon 400 milyar m3 doğal gaz bulunduğunu, enerji mücadelesinin bu kaynaklar etrafında da döndüğünü belirtti.
Derya şöyle devam etti:
“Sarraç hükümeti BM, Türkiye ve Katar tarafından desteklenirken, Rusya da Hafter'den yana tavır alıyor ama aynen ABD gibi diplomatik oyun kurucu rolünü muhafaza etmek için tüm taraflarla görüşen bir pozisyonda tutmaya çalışıyor. Çünkü aralarında ciddi bir rekabet var. Rusya'nın sıcak denizlere inme emelleri yanında, Kuzey Afrika’da nüfuzunu artırmak istemesi ve Kaddafi'nin devrilmesinden sonra Libya'da kaybetmiş olduğu ticari kapasiteyi geri kazanmaya çalışması söz konusu. Bu minvalde paralı asker temin ettiği şirketler aracılığı ile müdahale ediyor.
Wagner, Patriot, Vega Şirketleri var. Kriz zamanları yoksullaşan insanları asker olarak istihdam edip savaşlara gönderen şirketler bunlar. Artık ulus devlet orduları da değil yani… Vega'nın İngiltere ve Almanya'da paravan şirketleri olduğu söyleniyor.”
Taraflar arasındaki diyalog sürecinin, Mayıs 2018’de Paris Zirvesi ile Kasım 2018’deki Palermo Zirvesi sonrasında Fransa ve İtalya’nın da dış politikalarında iyice belirginleşen bir değişiklik hasebiyle, ülkenin doğusundaki rakip siyasi oluşumun askeri kanadının lideri Hafter’den yana ağırlık koyarak revizyona gitmeleri nedeniyle tıkandığını belirten Derya, 2018 yılı itibarıyla Fransa ve İtalya’nın politikalarındaki bu değişimin Libya krizinde inisiyatifin Körfez-Mısır-Rusya hattına doğru kaymaya başlamasına neden olduğunu kaydetti.
Derya “Rusya zaten Suriye süreci ile Doğu Akdenizde bir aktör olmaya başlamıştı, Ağustos 2019 itibarıyla Hafer'in savaşçı ihtiyacını karşılamak için Libya’da sahaya inmesi ile sonuçlandı. Böylece Rusya Doğu Akdeniz’den Batı Akdeniz’e doğru da genişleme fırsatı bulmuş oldu” dedi ve Türkiye’nin reel politik açıdan doğru bir şey yaptığını ancak Trablus yönetimine ideolojik perspektifle yaklaşmasının, üstlenebileceği olası arabulucu rolünü erozyona uğrattığı için ‘game changer’ olma kapasitesini yitirmekle eleştirildiğini kaydetti.
UMH ile yapılan anlaşmanın sadece East-Med'in önünü tıkamak ile kalmayıp, Girit yakınlarından da bir hat çektiği için Yunanistan’ın da alarma geçmiş durumda olduğunu ve Hafter ile görüşmelerinin basına yansıdığını anlatan Derya “Gunboat (savaş gemisi) diplomasisi manevra alanınızı daraltır. Çünkü askeri operasyon kartının öne sürüldüğü yerde devlet istediği sonucu alamazsa bir sonraki adım o askeri müdahaleyi yapmaktır ki bu da silah ambargosu gibi birçok uluslararası kararı ihlal olduğundan yeni sorunlara yol açar, dahası ülkeye ekonomik yük bindirir, içerdeki kamuoyu baskısını artırır ve müdahale kartı caydırıcılık kapasitesini yitirir” dedi.
Derya “gunboat” yaklaşımı üzerinden gitmek yerine Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs sorununu çözmek üzerinden hareket etmesinin en rasyonel çözüm olduğunu söyleyerek, bu anlamda Anastasiadis’in Türkiye’yi resimden çıkaran yaklaşımının doğru olmadığını belirti. Aynı şekilde, Türkiye’nin Kıbrıs sorununun federal bir çözüme kavuşması konusunda alacağı diplomatik inisiyatifin geciktirilmemesi gerektiğini anlatan Derya, Türkiye ve Yunanistan arasında gelişecek enerji diyaloğunun her iki ülkenin bölgesel gücünü artırtacağını ifade etti.
Derya KKTC Dışişleri Bakanlığı’nın da bu barış diplomasisi konusunda yurt dışında lobi faaliyeti gerçekleştirebileceğini anlattıktan sonra federal bir çözümün bölgedeki istikrarı sağlamada anahtar bir rol oynadığını vurguladı.
ÖZERSAY: “POLİTİKA DEĞİŞİKLİĞİNE GİTTİK”
Bunun üzerine söz alan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, Türkiye ile Libya arasında yapılan anlaşmayı daha büyük bir resmin parçası olarak görmenin doğru olduğunu ancak bölgenin bir bütün olarak görülmesi gerektiğini anlattı.
Bölgede artık “kapsamlı çözüm geldiğinde buralar düzelecek” politikası yerine “bu bölgeleri biz de regüle edeceğiz” diyen bir politika değişikliğine gittiklerini anlatan Özersay, Türkiye ile yapılan kıta sahanlığı anlaşmasının da bu bağlamda bir adım olduğunu dile getirdi.
Özersay, bir süre sonra bölgedeki diğer ülkelerle de anlaşmalar yapılacağını dile getirdi.
Türkiye Libya anlaşmasının bir diğer boyutunun Girit’le doğrudan bağlantısı olduğunu dile getiren Özersay, uluslararası hukuk kurallarına bakıldığında iki farklı görüş olduğunu, birinin ana karayı esas alan, diğerininse ana kara ile ada aynı etkiye sahiptir görüşü olduğunu dile getirdi.
Geçen yıllarda, adalarla ilgili kararlarda bir ayrıma gidildiğini anlatan Özersay eğer bir ada ülkesi ise ana kara kadar önemli sayıldığını ancak anakaradaki bir ülkeye bağlı bir ada ise çok daha az etki verildiğini dile getirdi.
Bu noktada Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmanın önemli olduğunu dile getiren Kudret Özersay, Mısır ile Yunanistan’ın deniz yetki alanı belirleme görüşmelerinin önemli olduğunu dile getirdi. Özersay, Mısır’ın kuzeyindeki deniz yetki alanlarının belirlenmesinde yakın gelecekte Türkiye ile masaya oturmasının beklendiğini anlattı.
Özersay, bölgesel iş birliğiyle ilgili Kıbrıs Rum tarafının bölgedeki devletlerle iş birliğine gitmesinin problemli olmadığını problemli olanın Kıbrıs Türkü ve Türkiye’nin bu sürecin dışında bırakılması olduğunu dile getirdi.
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Özersay, idealin kapsamlı çözümde bunun halledilmesi olduğunu ancak kapsamlı çözüme henüz ulaşılmamış noktada Kıbrıs Türkü ve Türkiye’nin de sürece dahil edilmesi gerektiğini, tanıma-tanımamaya takılmaksızın bunun yapılmasının mümkün olduğunu anlattı.
Gunboat diplomasisinin kimseye bir şey kazandırmayacağını dile getiren Özersay, eğer böyle bir yola gidilmiş olsaydı Kıbrıs Rum yönetiminin kazı yapmasının şu ana kadar engellenmiş olacağını anlattı.
Kıbrıs Türk tarafının tanınmamış olmasına rağmen verdiği lisanslar yaptığı anlaşmalarla bir işlevi olan kapsamlı çözüm bulunmadığı ya da geciktiği takdirde bölgede yine de fonksiyon sahibi bir aktör olduğunu söyleyen Özersay, bu konularda adım atan esas siyasi aktörler ve uluslararası şirketlerin de zaman zaman Kıbrıs Türk tarafıyla da gelip görüştüğünü dile getirdi.
Tanınmayan devletin sadece KKTC olmadığını, bölgedeki en önemli aktörlerinden biri olan TC’nin de Kıbrıs Rum tarafını tanımadığını hatırlatan Özersay, bunların diyolağa engel olmadığını dile getirdi.
CTP Milletvekili Doğuş Derya’nın yerinden sorduğu soru üzerine yeni bir devlet kurulması konusundaki sorunun kökenin ne olduğu ele alınmadığı sürece sıkıntının süreceğini ancak doğal gaz ya da deniz yetki alanları gibi konuların Kıbrıs sorunu çözülmeden ele alınabileceğini dile getirdi.
Deniz yetki alanları meselesinin halledilmesinin çözümün ertesine ertelenemez noktaya geldiğini dile getiren Özersay, mülkiyet konusunun örnek alınabileceğini belirtti.
Özersay, Türkiye KKTC deniz sınırlandırma anlaşmasının ve lisans verme anlaşmalarının uluslararası hukuk prensiplerine göre hazırlandığını dile getirdi.
UBP Milletvekili Özdemir Berova’nın sorusu üzerine Özersay, “Kıta sahanlığı ilan edilmeye gerek olmadan vardır. Yapılması gereken kıta sahanlığının sınırının nereye kadar olduğunu ele almaktır” dedi.
HP Milletvekili Hasan Topal da yerinden söz alarak Libya konusunda bazı tarihi bilgiler verdi.
KKTC’nin bölgedeki gelişmelere seyirci kalmaması gerektiğini dile getiren Özersay, bölgede karşılıklı bağımlılık geliştirilebilirse kimsenin çatışmayı göze alamayacağını da ifade etti.
“AB ÜYESİ ÖNDE GELEN BAZI İSİMLER ARABULUCULUK İÇİN GİRİŞİM YAPTI”
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Özersay, CTP Milletvekili Özdil Nami’nin yerinden sorusu üzerine bugün AB üyesi olan ve önde gelen bazı isimlerin bu konuda taraflar arasında bir nevi arabuluculuk yapmak için girişim yaptığını dile getirdi.
Özersay, kaynağın mali karşılığı ve çok uluslu şirketlerin de bu işin içinde olmasıyla tarafların uzlaştırılması için arabuluculuk inisiyatifi alanlar olduğunu söyledi.
Bugüne kadar da öne sürdükleri iş birliği yapılabilir görüşünün uluslararası metinlere girmeye başladığını anlatan Özersay, uluslararası aktörlerin de bunu teşvik etmeye hazır olduklarını vurguladı.
İlgili tarafların bir araya gelmelerini engelleyecek unsurların da olduğunu ancak bir araya gelmelerini sağlayacak bir platform sağlanmasının da mümkün olduğunu anlatan Özersay, bunun birçok örneği bulunduğunu, uluslararası hukukta buna ara uzlaşı dendiğini dile getirdi.
Almanya ile durum aynı olmasa da Doğu ve Batı Almanya’nın birbirlerini tanımadıkları dönemde yaptıkları ticari anlaşmanın örnek alınabileceğini dile getiren Özersay, hiçbir örnek olmasa dahi uluslararası alanda hiç olmayan kuralların da Kıbrıs için geliştirilebileceğini anlattı.
Yunanistan’ın uluslararası mahkeme konusuna uzun yıllar sanki ‘mahkemeye gitmeyi Yunanistan çok istiyor Türkiye istemiyor’ gibi bir duruş ortaya koyduğunu ancak mahkemeye gidilme noktasına gelinince ‘doğal kaynaklar konusu benim egemenlik meselemdir kimseyle konuşmam’ demeye başladığını dile getiren Özersay, bunu kırmanın yolunun bölgeye yatırım yapmış ya da yapmayı düşünen taraflarla da birlikte iş birliği içinde hareket etmek olduğunu dile getirdi.
Özersay, CTP Milletvekili Armağan Candan’ın sorusu üzerine, doğal kaynaklar üzerindeki diyaloğun bölgedeki barışa da katkı koyacağını belirtti.
Yorum Yazın