Işıksal katıldığı programda şunları söyledi:
“Kamuoyuna baktığımız zaman taraflar hazır. Bir kesim olayın ciddiyetinin farkında değil ve sessiz kalmayı tercih ediyor. O kesim için sadece kendi kişisel menfaatleri önemli. Diğer taraf ise Kıbrıs’da Türk tarafının Rumlar tarafından ciddiye alınmadığını söyleyip Kıbrıs Türk otoritesine zarar vermeye çalışıyor. Bu kesim aynı zamanda Türkiye’nin yaptığı her hamleyi eleştirip, Türkiye’nin kendi menfaati için herşeyi yapmaya ve Kıbrıs davasına ihanet etmeye hazır olduğunu, ve bu doğrultuda da Kıbrıs Türkünü çok rahatlıkla feda edebileceği algısını oluşturmaya çalışıyor.
Türkiye Avrupa Birliği (AB) ilişkilerine baktığımızda Türkiye AB’ye ilk başvuran ülkelerden biri. 1959 yılında o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na ortaklık başvurusu ile başlayan Avrupa macerası aradan geçen 57 yıllık aşkın bir süreye rağmen bir sonuca ulaşmadı. Arada önemli dönüm noktaları oldu. 1963’de imzalanan Ortaklık Antlaşması ve 1973’de imzalanan Ek Protokol gibi. 1973’de imzalanan Ek Protokole göre iki taraf şöyle bir anlaşmaya vardı. 22 yıl sonra Türkiye Gümrük Birliği’ni imzalayacak ve bu anlaşma çerçevesinde iki taraf da belirli şartları yerine getirecekti. Gerçekten de 22 yıl sonra, 1995’de Türkiye Gümrük Birliği antlaşmasını imzaladı. Antlaşma, şu an GAÜ ailesi içinde olan dönemin Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın tarafından imzalandı. Ayni zamanda yakın dostum olan sn. Karayalçın ile hala bu konuda farklı düşünüyoruz. Karayalçın Gümrük Birliği antlaşmasının Türkiye’nin AB sürecinde çok önemli bir dönemeç olduğunu savunurken, benim dikkatimi antlaşmadaki çifte standardlar ve AB’nin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmemesi çekiyor. Özellikle ilk yıllarda Türk ekonomisine büyük zarar veren ve iki aktör arasındaki ithalat / ihracat dengesini açık bir şekilde bozan bu antlaşmayı Türkiye aleyhine belirgin bir şekilde asimetrik hale getiren maddeler vardır.
Spesifik örnekler vermek gerekirse, Türkiye’nin AB ülkelerine karşı göreceli olarak üstün olduğu tek alanlar olan tarım ve tekstil Gümrük Birliği Antlaşmasının dışında bırakılmıştır. Ayrıca Türkiye, 1973 Ek Protokolünde yer alan ve Gümrük Birliği Antlaşması ile yürürlüğe gireceği teyit edilen maddi yardım ve işçilerin serbest dolaşım haklarından da mahrum bırakılmıştır. Bu noktada altı çizilmesi gereken nokta Gümrük Birliği Antlaşmasını imzalayıp da maddi yardım almayan tek ülkenin Türkiye olduğudur. Ayrıca Türkiye’ye benzer sosyo-ekonomik durumları olan Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi AB’nin Akdeniz’li üyeleri Gümrük Birliği Antlaşmasını üye olduktan sonra imzalamış üstelik yedi yıllık uyum dönemi geçtikten sonra yürürlüğe koymuşlardır. Türkiye ise tünelin ucunda herhangi bir ışık olmamasına rağmen üye olmadan bu antlaşmayı imzalamıştır.
Bugüne gelirsek, vize muafiyeti aslında AB’nin Türkiye’nin Ek Protokolden doğan ve Gümrük Birliğinde yerine getirilmeyen şartların tam 43 yıl sonra yerine getirilmesidir aslında. Ancak bunda bile AB’nin sorun çıkarmaya çalıştığını ve Türkiye’den ekstra talepler istediğini görüyoruz. Bunların arasında yakın zamanda Türkiye’nin Rum Kesimini resmi olarak tanıması da var. Tüm bu süreç içerisinde Türkiye’nin dikkatli olması gereken nokta AB’nin çağrısı ve baskısı doğrultusunda ilerleyen ‘normalleşme’ süreci adı altında Güney Kıbrıs’ı tanıması ve yıllardır sürdürdüğü Kıbrıs siyasetini değiştirmesidir. Böyle bir durumun olması ve Türkiye’nin sadece kendi çıkarlarını göz önünde bulundurarak Kıbrıslı Türkleri çözüm sürecinin dışında bırakması yarım asırdır sürdürülen ‘Kıbrıs davasının’ da sonu olacaktır.
Yorum Yazın