Halkçı ve halkın içinden biri olmasının Doktor Fazıl Küçük’ün sevilmesinin başlıca nedenlerinden biri olduğunu anlatan Mehmet Küçük, “Çiftçi çocuğuydu ve hayatı boyunca mütevaziliğinden hiçbirşey kaybetmedi. Sevecen, yardımsever, vefakar ve cefakardı” ifadesini kullandı.
“Babamla çok iftihar ederdim” diyen Mehmet Küçük, “O benim idolümdü. Öldüğü güne kadar çok güçlüydü. Öldükten sonra o gücün eksikliğini fazlasıyla hissettim“ şeklinde konuştu.
“Babam çok dürüst bir insandı. İçi neyse dışı da oydu. Bu belki siyasette bir dezavantajdır ama çok açık konuşurdu” diyen Küçük, “Milli mücadeleye insanlar aşıktı. Bu para pulla olacak bir şey değil. Dr. Küçük’ü milli mücadeleyi başlatıp kendilerine liderlik ettiği için severlerdi ” dedi.
Kıbrıs Türk mücadelesinde belirli mihenk taşları bulunduğuna işaret eden Mehmet Küçük, bunlardan en önemlisinin Türkiye’nin Kıbrıs’ı “Milli Dava “ olarak kabul etmesi olduğuna dikkat çekerek, Dr. Küçük’ün bunu sağlayabilmek için çok mücadele verdiğini aylarca Türkiye’de kapı kapı dolaştığını anlattı.
“Makarios ile en iyi anlaştıkları konu ikisi de çok sigara içtiği için temsilciler meclisinde devamlı ara vermekti” diyen Küçük, “Makarios’un sahtekar olması çok canını sıkardı” dedi.
Türkiye’de Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu idam edildiklerinde babasının yemek masasının üzerine yığılıp kaldığını ve hıçkıra hıçkıra ağladığını anlatan Mehmet Küçük, “Hayatımda ilk defa o zaman babamı ağlarken gördüm” şeklinde konuştu.
“Babam KKTC’nin kurulması konusunu çok sorguladı” diyen Küçük, Dr. Küçük’ün KKTC’nin kurulma gerekliliği konusunda ikna olmamasına rağmen birlik ve beraberlik içinde hareket ettiğini söyledi.
Kıbrıs Türkü’nü özgürlüğe kavuşturmak için büyük mücadele vererek, bunun için halkına liderlik eden Doktor Fazıl Küçük’ün 35. ölüm yıldönümünde, onu oğlu Mehmet Küçük’ün ağzından, tarihi bir mekan olan ve Dr. Fazıl Küçük Müzesi’nin bir parçası durumundaki çalışma odasında dinledik.
“Her sabah 06.00’da kalkar, öğle yemeğinden sonra mutlaka 2 saat uyurdu”
Mehmet Küçük, babası Dr. Küçük’ün bir gününü şöyle anlattı:
“Babam 1960 öncesi günlük hayatında muhakkak saat 06.00’da uyanırdı. 06.30-07.00’de muayenehanesinde görevinin başında olurdu. Öğleye kadar hasta bakar saat 13.00’de muhakkak yemeğini yerdi. Saat 13.30’da haber dinler saat 14.00’de öğle uykusuna yatardı. Yaz kış bu değişmezdi. Saat 16.00’da bekçisi uyandırırdı. Kışta saat 19.00 yazda saat 20.00’de akşam yemeği yerdi. Görüşmesi gereken kişileri akşam yemeğine davet ederdi. Bu bazen öğlen de olurdu ama ikide yattığından öğlen yemekleri kısa sürerdi. Bazen yemeğe gelmez köylere giderdi. Ancak geceyarısı, saat 24.00’te muhakkak yatakta olurdu. Günlük 8 saat uykusunu alırdı.
Akşam yemeklerinden sonra gazeteye iner ne var ne yok kontrol ederdi. Daha sonra muayenehaneye gider orada bulunan note-booklara köşe yazısını eski türkçe olarak yazardı. Bir sonraki günün köşe yazısını akşam yemeklerinden sonra muayenehanesinde yazardı. Sabahleyin de (1960 sonrası Akay Cemal, öncesinde ise başkaları vardı) Yazısını okur daktiloda yeni Türkçe olarak yazdırırdı.
“Baba olarak çok yumuşaktı”
Mehmet Küçük, Doktor Fazıl Küçük’ün baba olarak çok yumuşak olduğunu, sürekli kendilerine “Ben size normal bir babalık yapamadım. Normal bir babanın yaptığı gibi gerektiğince sizinle ilgilenemedim” dediğini anlattı.
“Annem onun yerini doldurdu. Bize hem analık hem babalık yaptı” diyen Küçük, “Yaramazlık falan yaptığımızda babam hiç olmazdı. Hep annem müdahale ederdi. Yaramazlık yaptığımızda bazen eve gelince ‘Anneniz size çok kızdı’ yada ‘Sizi annenize söyleyeceğim’ derdi. Hiç tokat yemedik yada kötü bir kelime duymadık. Bize bir kere bile bağırmadı. Çok sevecendi, yumuşaktı” şeklinde konuştu.
Küçük şöyle devam etti:
“Çok huzurlu bir evimiz vardı. Bize hiçbir sıkıntı aktarmazlardı. Kavga ettiklerinde bile odalarında ederlerdi. Biz hiç görmedik. Babamın anneme tek bir kötü kelime söylediğini veya sesini yükselttiğini, annemin ona tavır takındığını hiçbir zaman görmedik. Ama tabii eve gelen problemler vardı. Mesela bir muhtar çıkar gelirdi iki aile kavga etti diye. Babam çıkar giderdi iki gün Baf’ın filan köyünde kalırdı köylüleri bir araya getirirdi. Bu tür sorunları duyar görürdük.”
“Çok gurur duyardım… O benim idolümdü”
Mehmet Küçük, kendini bilmeye başladığı 1954-55 yıllarında 6-7 yaşındayken babasının çevresinde kendisini seven birçok insan olduğunu görmeye başladığını söyledi.
EOKA ve mücadele yıllarında Dr. Küçük’ün gittiği köylere beraber olabilmek için kendilerini de götürmeye çalıştığını anlatan Küçük, “Babamla çok iftihar ederdim. Çok gurur duyardım. O benim idolümdü. Öldüğü güne kadar çok güçlüydü. Öldükten sonra o gücün eksikliğini fazlasıyla hissettim “ ifadelerini kullandı.
Dr. Küçük’ün çok değer verilen bir insan olduğuna işaret eden Küçük, İngiltere’de hastanede bile kendisine saygıyla yaklaşıldığını doktorların ve hemşirelerin kim olduğunu bildiklerini belirtti.
Dr. Küçük’ün mücadelesi…
Doktor Fazıl Küçük’ün en mutlu olduğu dönemin 1974 Barış Harekatı dönemi olduğunu söyleyen Küçük şöyle konuştu:
“Doktor Fazıl Küçük’ün mücadelesi 1931’de öğrenci olduğu dönemde başlar. Bu dönemde köşe yazıları bazı gazetelerde yayımlanır. Fiilen ise mücadelesi 1937’de buraya geldiğinde başladı. İlk geldiğinde İngilizler tarafından anti-British olarak biliniyordu. Babamın mücadelesi Kıbrıs Türk halkının ‘Müslüman cemaati’ olarak değil ‘Kıbrıs Türk halkı’ olarak tanınabilmesiydi. Bizim ayrı bir toplum olarak haklarımızın olduğunu bizim Türk olarak kendi bayrağımızın altında kendi yönetimimizle burada olmamız gerektiğine inanıyordu. Bunun için İngilizle mücadele etmek gerekiyordu. O zaman Müslüman cemaatinin İslam kanunları geçerliydi. Babam Türkiye’de olduğu gibi modern kanunlar istiyordu. Bunlar için mücadele etti.”
“En önemli mihenk taşı Türkiye’nin Kıbrıs’ı milli dava olarak kabul etmesi..”
Kıbrıs Türk mücadelesinde belirli mihenk taşları bulunduğuna işaret eden Mehmet Küçük, bunlardan en önemlisinin Türkiye’nin Kıbrıs’ı “Milli Dava “ olarak kabul etmesi olduğunu vurguladı.
“O zamanlar Türkiye Kıbrıs Türklerinin problemlerini İngiliz sömürge idaresinin problemleri olarak kabul ederdi” diyen Küçük sözlerini şöyle sürdürdü:
“Babam Türkiye’ye gidip ilk kez Kıbrıslı Türklerin sorunlarını anlattığında ‘Burada İngiltere’nin Ankara büyükelçiliği var gidin sorunlarınızı oraya anlatın’ dediler. Annem, babamın, sırf bir randevu alabilsin diye orada otellerde aylarca kaldığını hatırlıyor. O zaman dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’ye milletvekilleri bir soru sormuştu ‘Kıbrıs meselesi ne oldu?’ diye ve o ‘ Bizim Kıbrıs meselesi diye bir meselemiz yok’ dedi. Babam hükümetlerin geçici olduğundan yola çıkıp ‘davayı Türk milletine mal edersem Türk milleti ilelebet bizlere sahip çıkar’ diyerek o zaman en faal kuruluşlardan talebe cemiyetleri ile temas edip onlara mitingler yaptırdı. Hürriyet gazetesi Ankara bürosunda rahmetlik Sedat Simavi yardımcı oldu ve bir kamuoyu oluşturuldu. Türkiye’deki hükümetler Kıbrıs Türküne sahip çıkmaya mecbur oldu. En büyük şansımız da o zaman Adnan Menderes ve Fatih Rüştü Zorlu gibi bir başbakan ve dışişleri bakanı olmasıydı.”
Kıbrıs Türkü’nde gelişme ve Rum saldırıları…
Dr. Fazıl Küçük’ün yaşamındaki en zor dönemin EOKA’nın faaliyetlerinin olduğu dönem olduğunu belirten Mehmet Küçük özellikle 1963-68 döneminin çok kötü olduğunu ifade ederek şunları dile getirdi:
“1963’den önce hatırlıyorum Babam, ‘Biz Kıbrıs Türkleri olarak çok iyi gidiyoruz’ demişti. Çünkü artık ekonomik olarak gelişmeye başlamıştık. Eskiden Türklerin ne fabrikası ne işyeri hiçbirşeyi yoktu. Herşeyi Rumlardan alırdık. Rumlar imal ederdi. Sinemamız bile yoktu. Her yönden gelişmeye başladık. İnsanlar evlerine telefonlar almaya, köylere elektrikler gitmeye başladı. Rum bunlardan tedirgindi. Türklerin gelişmesini istemiyorlardı. Babam ‘Bu papaz bir delilik yapacak ve bizim başımızı belaya sokacak. Ama en kötüsü kendisinin de başını belaya sokacak’ derdi. Bu 1963’ten önceki olaydı.
1963’de Rumlar Türkler daha da gelişmeden ve güçlenmeden en kısa yoldan bunu çözelim dediler. Bu belki 1965’de veya daha sonra da olabilirdi ama olacaktı. Zaten Akritas planı ortada. Silahımız yoktu. Olan de 1958’lerde toprak altına gömülen silahlardı. Kendi bölgelerimizi savunmak zorundaydık. 1964-68 arası savunmasız birçok köy vardı. Kıbrısın her tarafına dağılmış Türk köyleri ve karma köyler vardı. Göçmenler de sorundu. Gidecek yer yoktu. Birkaç köy birleşip küçük yerlerde insanlar sıkıştı. Bölgeler arası haberleşme ulaşım yoktu. Askeri yetkililer organize etmeye çalışıyordu ama kopukluk vardı. Türkiye’den her ay gelen para Rum vasıtası ile gelir, onlar bize Kıbrıs parası olarak verirdi ama bölünürdü. İnsanlar çadırlarda yaşardı. Yemek yiyecek yoktu. Benzin yoktu. Kızılayın gönderdiği erzaklar vardı onlar da Türk köylerine çok zor girerdi. Devlet yani Kıbrıs Cumhuriyeti para vermezdi tüm parayı kesmişti. Devlet memuru 30 Kıbrıs Lirası alırdı. Babam da 30 Kıbrıs Lirası alırdı ama 40 Kıbrıs Lirası da sigara parası verirdi. “
“Prensiplerinden taviz vermezdi”
“Babamla çalışmak zordu” diyen Küçük, Dr. Fazıl Küçük ile Halkın Sesi’nde birlikte nasıl çalıştıklarını şöyle anlattı:
“Ben bu mesleği okuyarak geldim.1971 yılı. İdeallerim vardı, okuduğum şeyler vardı. Bunları uygulamak isterdim. Küçük bir ülke ve küçük bir matbaa olduğu için maddi imkanlar da elvermediği için uygulayamıyordum. Babam daha farklı düşünürdü. Aramızda 40 küsur yaş farkı olduğu da göz önüne alınınca zor anlaşırdık. Kavga ederdik, ben tavır koyardım ama hiçbir zaman saygıyı ve sevgiyi bırakmadık.Şimdi baktığımda onunla çalışmak güzeldi. Prensipleri vardı ve hiçbir zaman taviz vermezdi. İş disiplinine çok önem verirdi.
“Gittiği yerde çoşkuyla karşılanırdı”
Doktor Fazıl Küçük’ün her zaman halkın içinde olduğunu anlatan Mehmet Küçük, sürekli köy ziyaretlerinde bulunduğunu her gittiği yerde coşkuyla karşılandığını ifade etti.
“Bayram havası eserdi” diyen Küçük, Dr Küçük’ün ziyareti nedeniyle köylülerin yolları mersin dalları ve bayraklarla donattığını, davullar zurnaların çaldığını, yol kenarlarına sıralanarak, av tüfekleri ile havaya ateş açtıklarını, kurbanlar kesip bazen kendisini hatta arabasını havaya kaldırdıklarını dile getirdi.
Küçük, “Milli mücadeleye insanlar aşıktı. Bu para pulla olacak bir şey değil. Dr. Küçük’ü milli mücadeleyi başlatıp liderlik ettiği için severlerdi ” dedi.
Makarios ile en iyi anlaştıkları konu
Doktor Fazıl Küçük’ün Rum ve yabancı dilomatlarla ilişkilerine de değinen Mehmet Küçük, “Başpiskopos Makarios ile en iyi anlaştıkları konu temsilciler meclisine gitmek mecburiyetinde olduklarında ikisi de çok sigara içtiği için devamlı ara vermekti” şeklinde konuştu.
“Makarios’un sahtekarlığı canını sıkardı”
“Babam çok dürüst bir insandı. İçi neyse dışı da oydu. Bu belki siyasette bir dezavantajdır ama çok açık konuşurdu” diyen Küçük şöyle devam etti:
“En fazla canının sıkıldığı şey Makarios’un sahtekar olmasıydı. Babama karşı çok politikti. Anneme de çok nazik davranır annemin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk ‘first lady’si olması nedeniyle ‘first lady sizsiniz’ falan derdi. 1963’te Kıbrıslı Türklere saldırı yapıldığında haberi yokmuş gibi davrandı..Babam Makarios’tan sahtekar olduğu için nefret ederdi. Kabinede Yorgacis, Papadopulos, Kiprianu gibi fanatik Makarios gibi politik olmayan EOKA’cılar vardı. Bakanlar Kurulu toplantıları işkenceydi. Onlarla arası hiç iyi değildi.
“İlk defa babamı ağlarken gördüm..”
Türkiye’de en yakın olduğu diplomatlar Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu idi. İdam edildiklerini duyduğunda yemek masasının üzerine yığılıp kalmıştı. Hünküre hünküre ağlıyordu. Hayatımda ilk defa babamı o şekilde ağlarken gördüm. Daha doğrusu ilk defa ağlarken gördüm.
Kıbrıs Türkünün çıkarları için Cemal Gürsel ile de arkadaşlık yaptı. Onunla da çok iyi ilişkiler kurdu. Cevdet Sunayla da iyiydi.
“İnönü ve Demirel ile zaman zaman tartışırdı..”
İsmet İnönü ile ise arası pek iyi değildi. Nedeni de İnönü’nün çok yumuşak biri olmasıydı. Bazen Türkiye’nin müdahale etmesi gereken durumlar olurdu. İnönü ‘aman savaş çıkmasın’ diye elinden geleni yapardı. 1963 Cumhurbaşkanı muavinliğine mermiler düşer, elçilik ateş altındayken Türkiye’ye kriptolarla haber gönderildi. İnönü ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ne konu hakkında şikayette bulunun’ deyince babam çıldırmıştı. Lefkoşa-St Hilarion yolu vardı o yolu Rumlar kullanamazdı. Bir keresinde Rumlar şantaj yaptı ve ‘Yolu açmazsanız değiştirme birliğini Kıbrıs’a sokamayacağız’ dediler. İnönü “Aman yolu açın da askerler gemilerde kaldı’ deyince babam da ‘Çok istersen sen gel aç’ karşılığını verdi. Sonradan İnönü ikna edildi.
Bir de Süleyman Demirel’i pek sevmezdi. O Kıbrıslıları farklı görürdü. Bir ara para göndermemeye başladı. Burada maaş ödeyecek, insanlarda da yiyecek alacak para kalmadı. Babam aradı ‘bunları yapmanız lazım parayı gönderin’ dedi. Babam öyle politik değildi açık sözlüydü. Demirel ‘Sayın Küçük sizin bize ihtiyacınız olduğunun farkında değilsiniz herhalde’ deyince babam da ‘Sayın Demirel sizin bize ne kadar ihtiyacınız var siz hiç farkında değilsiniz’ cevabını verdi. Sorunlar vardı. Ama iyi geçinmeye çalıştı…Yalnız başınaydı her şey ona gelirdi. Yönetimi bir arada tutmaya çalışırdı.”
KKTC’nin kurulması…”Kafasında soru işaretiydi”
KKTC’nin ilanından iki ay sonra ölen Dr. Küçük’ün KKTC ilanı konusundaki duyguları, bunu nasıl karşıladığını anlatan Mehmet Küçük, Dr. Fazıl Küçük’ün KKTC’nin neden gerekli olduğunu çok sorguladığını ikna olmamasına rağmen birlik ve beraberlik için hareket ettiğini söyledi.
“KKTC kurulması gerekir mi gerekmez mi babamın kafasında bu soru işaretiydi” diyen Küçük, “Kıbrıs Türk Federe Devleti 1976’da kurulmuştu ve bizim devletimiz vardı” ifadelerini kullandı.
Mehmet Küçük şunları söyledi:
“Eskiden koordinasyon toplantıları vardı. Asker, büyükelçi, babam bazen Rauf Denktaş bir araya gelir 4’lü 5’li toplantılar yaparlardı. Konu gündeme geldiğinde sordu. ‘KKTC’ye niye ihtiyaç var?’. Tarih 1983. Sordu ve ikna etmeye çalıştılar ama ikna olmadı. Ona dediler ki ‘bizi dünya tanıyacak’. ‘Niçin tanıyacak? ABD vs. tanımayacak. Birçok ülke de var sorunları olan onlar da emsal olmasın diye tanımayacak. Veya ne olacak tanıdığında?’ ‘BM’ye üye olacağız..’, ’15 Kasım’da ayrı suyumuz, elektriğimiz, gazımız olacak mı?’, ‘Olmayınca Rum kesecek’ gibi aralarında konuşmalar geçti. Niçin bunların hazırlanmadığını niçin ülkelerle önceden bağlantı kurulmadığını sordu. Aldığı cevaplardan ikna olmadı.
Ancak son gün tüm bunlara rağmen birlik beraberlik ve Türkiye’nin destek vermesi üzerine çıkıp balkondan Rauf Denktaş ile birlikte halka el salladı. Ondan sonra röportaj yaptı ve ‘bu hasta günümde yeni doğmuş gibiyim. Eskisi gibi birlik ve beraberlik içerisinde olursak, artık Kıbrıs Türkü için kötü günler beklemiyorum’ dedi.
Babam KKTC’nin kurulması konusunu çok sorguladı. Aradan 35 yıl geçti Anavatan sağolsun suyumuz elektriğimiz var ama ne kadar ilerledik. Kıbrıslılık yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Yanlış politika ve icraatlarla bir yere geldik.”
“Lider doğar…”
Halkçı ve halkın içinden biri olmasının Doktor Fazıl Küçük’ün sevilmesinin başlıca nedenlerinden biri olduğunu anlatan Mehmet Küçük, “Çiftçi çocuğuydu ve mütevazılığinden hiçbirşey kaybetmedi. Mütevazi, sevecen, insancıl, yardımsever, vefakar ve cefakardı” dedi.
Dr. Küçük’ün sabahları kahvesini pencereden uzatan kahveci ile şakalaştığını, gelen hastalarından para almayıp ceplerine yol parası koyup köylerine yolladığını ifade eden Küçük, “Bu ne seçimle, ne mevkiyle ne parayla olur. Bugün İki toplum liderinin görüşmelerinden bahsediliyor. Bu yanlış İki toplum idarecileri denmeli. Onlar lider değil. Lider doğar. Vasfı olur. Seçilmiş seçilmemiş fark etmez” şeklinde konuştu.
“Londra’da ölüm döşeğinde önce ailesini değil, adadaki yağmurları ve çiftçileri sordu”
Babasını görmek için 5 Ocak 1984’de İngiltere’de Westminister hastanesine gittiğini anlatan Küçük o günü anlattı:
“Babam ilk olarak bana ‘Kıbrıs’ta havalar nasıl?’ diye sordu. Ne aileyi ne torunları. ‘İyidir’ dedim. ‘Yağmur var mı yağmur?’ dedi. ‘Yok baba yağmur yok’ deyince ‘Ne yapacak oğlum bu çiftçi’ diye dertlendi. Son 10 günü ve İngiltere hastanede yatan bir insan Kıbrıs’taki havayı yağmuru sorup çiftçiyi düşünüyor. Aklı orda. Karın çocukların nasıl diye sormuyor. Bu başka bir şey. Biz lider kelimesini yanlış kullanıyoruz. Dünyada çok az lider var. Tanrı da bir tanesini bize vermiş”
Babasıyla olan anılarından bir kaçını da paylaşan Mehmet Küçük, “Babam ciddi olması gereken zamanlarda çok ciddiydi. Ama onun dışında sürekli şakalaşırdı. Korumalarıyla, komşularıyla, esnafla, Larnaka’daki balıkçıyla vb. şakalaşırdı” diye anlattı.
Niyazi Manyera’ya bir biberon süt
Otonom Türk Yönetimi zamanında üyelerin şimdiki cumhurbaşkanlığında toplantılar yaptıklarını anlatan Mehmet Küçük, o zaman sağlık üyesinin Niyazi Manyera, dışişleri üyesinin Osman Örek olduğunu hatırlattı.
“Salonda toplantı yapılır, toplantı sonrası içkiler gelirdi. İçki ile sohbet edilir isteyen yemeğe kalırdı” diyen Küçük şöyle devam etti:
“Herkesin ne içtiği bilinir içkiler ona göre gelirdi. Niyazi Manyera bey midesi rahatsız olduğu için içmezdi. Bir gün yine aynı şekilde toplandılar. Toplantı bitip içkilere geçildiğinde herkese içkisi dağıtıldı. Manyera’ya da bir biberon süt ikram edildi. Babam önceden talimat verip biberon ve süt aldırmış.”
Piyango şakası
Mehmet Küçük babasıyla ilgili başka bir anısını da şöyle aktardı:
“Babamın bir koruması vardı Yusuf. Onunla çok şakalaşırdı. Evde ve dışarıda polisler bulunurdu. Bazıları içerde bazıları da Cumhurbaşkanlığı’nda şimdi büstlerin olduğu yerde prefabrik odalarda otururlardı. Bir gün babam binadan çıktı biryere gidecek, kimse yok, kimse görmedi. Evdeki polis koşarak gitti haber verdi koşarak geldiler. Babam arabada ‘Bu kadar zaman nerdesiniz ama’ deyince Yusuf’un arkadaşı olan Hasan ‘Efendim piyango biletini kontrol ediyorduk yeni bilet de aldık’ dedi. Rahmetli ‘Yusuf da bilet aldı mı?’ diye sorup olumlu cevap alınca onun biletinin numarasını öğrenmelerini istedi. Numarayı öğrendiler. Babam 3-4 tane özel Halkın Sesi gazetesi bastırdı, onun numaralarının bulunduğu ve bu gazeteleri Yusuf’un gittiği berbere, sabah gittiği kahveye ve polis odasına koydular. Nöbeti devralmasını beklemeye başladılar. Gelince polis Hasan ‘Noldu Yusuf bileti kontrol ettin mi?’ deyince biletini kontrol etti. Herkes ne tepki vereceğini beklemeye başladı. Yusuf hiç sesini çıkarmayıp dışarı koştu arabasına binip hızla hareket etti. Telefon yok ki eşine söylesin araba ile hızla eve gidiyorken Girne kapısındaki çembere geldiğinde düşünmüş demiş ki; ‘Ben bu kadar şanslı değilim olsa olsa Doktor bana şaka yaptı. Döneyim bir daha kontrol edeyim de rezil olmayım’. Dönüp geldi. Kahkahalarla karşılandı”
“Bir anlaşma olursa karşı unsurun ne olduğu bilinmeli”
Mücadele yılları ile bugünleri karşılaştıran Mehmet Küçük, “Zaman değişti. Milli mücadele dönemi değerleri ile şimdikiler arasında çok büyük fark var. Yaşlısı genci insanlar eskisi gibi duyarlı değil” dedi.
Küçük, “Gençlere Dr. Fazıl Küçük ile özdeşleşmiş olan milli mücadelenin yeterince anlatıldığına inanmıyorum…Toplum olarak ne badirelerden geçtiğimizi bilmiyorlar” dedi.
Nüfus yapısının değişmesinin de bunda payı olduğunu ifade eden Küçük şöyle konuştu:
“Mesela bir polis eriyle konuştuğunuzda Dr. Fazıl Küçük’ü bilmiyor. Çünkü burada doğup büyümemiş.. 2002 yılıydı Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş aradı ‘Mehmet seninle bir şey konuşmak istiyorum hemen gel’ diye. Yürüyerek gittim Cumhurbaşkanlığı’nın iki kapısı var. Birisi giriş ama ben acele ediyorum diğerine gittim. Polis ‘Nereye?’ dedi. ‘Denktaş bey aradı acil beni bekliyor’. ‘Olmaz. Diğer kapıya git’ .
Düşündüm Denktaş acil bekler. ‘Telefon et söyle Halkın Sesi gazetesi sahibiyim. Halkın Sesini bilirsin’ ‘Hayır’ dedi. ‘Dr. Fazıl Küçük’ün gazetesi. Kimdir biliyormusun?’ ‘hayır’dedi. ‘Tamam boşver’ dedim. Gittim öbür kapıdan girdim. Özel Kalem Müdürü Uğur Karagözlü’ye anlattım ‘Bunu Denktaş Bey’e de anlat’ dedi. Neyse girdim Denktaş beyle görüştük. Sonra anlattım kendisine olanları ‘Soraydın kendine bakalım Denktaş’ı bilir mi?’ dedi. ‘Gülüyoruz ama bu aslında gülünecek bir şey değil’ dedim. Bu üzücü. Toplum olarak bir şeyler yapmamız lazım ”...
Vakıf destek bekliyor
Biz Vakıf olarak okullara gidiyoruz. Maalesef devlet okullarında çoğunluk Kıbrıslı veya vatandaş değil. Onları eğitmemiz lazım. Biz onların da Milli mücadele ve onu başlatan Dr. Fazıl Küçük’ü bilmesini istiyoruz. Bu milli mücadeleyi toplum vermiş kötü günlerden geçmiştir. Geçmişin bilinmesi lazım ve bunu çocuklara öğretmek görevimiz. Rum bunu yapıyor. Okulda, askerde kilisede öğreniyorlar. Biz çocuklara kin veya karşı unsura karşı nefret aşılamak istemiyoruz. Ama yarın bir anlaşma olursa karşı unsurun ne olduğunu bilmeliler. 1956’da Vakıfların bahçesine çekilen o ilk bayrak varsa o 1931’den 1956’ya kadar süren mücadele sonucu çekilmiştir. Bir tek bayrağın çekilmesi için 35 yıl mücadele verilmiş”
Anıttepe’de bekleyen müze projesi
Dr. Fazıl Küçük Müzesi’nin TBMM’nin desteğiyle yapılan yaşayan bir müze olduğunu belirten Mehmet Küçük, “Anıttepe’de müze projemiz var. Yarışma yapıldı törenle ödüller verildi. Üzerinden yıllar geçti. Hala bekliyor” dedi.
Müzede Dr. Fazıl Küçük’ün kullandığı devlete ait arabaları, eşyaları, eski Halkın sesi makinelerini teşhir etmek ve kütüphane şeklinde arşiv oluşturacaklarını anlatan Küçük, “Kaynak olmadığı için başlayamadık.” ifadelerini kullandı.
TC Başbakanı Binali Yıldırım’ın KKTC’ye geldiğinde Dr. Küçük’ün Anıt Mezarı’nın durumunu görünce talimat verip gerekli tamirat ve düzenlemeleri yaptırdığını da anlatan Küçük şöyle devam etti:
“Ama ne bir bekçi ne bir bahçeci yok. Sorma gir hanı. Lambası bira şişeleri ile kırılır lamba bulunmaz. Sürekli yazı yazıyoruz. Yalnız o değil buradaki müze için de kaynak yok. Sattığımız kitaplar ve gelen bağışlardan personel ödeniyor. Elektriği İçişleri Bakanlığı ödüyor. Sıkıntı büyük. Ama hükümetle bir şey olmuyor. Bize yılda bütçeden 100 bin TL veriyorlar ayda 8-9 bin TL geliyor. Bu bir müsteşar maaşı. Bu imkanlarla hiçbirşey yapamıyoruz. Kendi imkanlarımızla bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Vakfın tüzüğünü değiştirmeye çalışıyoruz ki toplumdan daha fazla katılım olsun. Geçen sene fakir öğrencilere burs verdik. Gelecek sen Tıp için de burs vereceğiz. Bizim amacımız sadece Dr. Küçük’ü tanıtmak değil. Bizim amacımız ülkenin kültürel, sosyal ve politik hayatını da etkilemek.”
Yorum Yazın