Keşişler gibi bir mağaranın derinliğinde yaşamıyor iseniz, dünyanın korona virüsüne bağlı bir salgın hastalık süreci geçirdiğini, bu virüsün ilk defa Çin’de bir canlı hayvan pazarında yarasalardan insanlara geçerek hastalık başlattığını ve virüsün yol açtığı bu hastalığın henüz bir tedavisinin olmadığını biliyorsunuz. Korunmak için diğer insanlardan en az 2 metre mesafede durmamız, sık sık ellerimizi yıkamamız, topluma açık yerlerde maske kullanmamız ve benzer başka önlemler gerektiğini de biliyorsunuz. Keşişler ve kutuplarda yaşayanlar hariç, bu salgın hastalık nedeni ile hepimizin yaşam şekli temelinden değişti ve 7’den 70’e herkes korona virüsünü biliyor.
Öyleyse bu yazıda size korona virüs salgını ile ilgili daha az bilindiğini düşündüğüm birkaç noktadan bahsedeyim.
Öncelikle, Covid-19 hastalığın ismi, virüsün ismi değil. 19 rakamı hastalığın ilk defa görüldüğü yıl olan 2019’dan geliyor. Hastalığa yol açan virüsün ismi SARS-Cov-2.
Virüs, mikrop dediğimiz şey ile aynı veya benzer bir şey değil. Mikrop tek hücreli canlılara genel olarak verdiğimiz bir isim. Bir virüs ise “canlı” değil. Evet, doğru okudunuz. Canlı değil, ama ölü de değil. Bizim (veya hastalık oluşturabildiği hayvanların) vücudumuza girince hücrelerimizin içinde kendisini çoğaltarak üreyebiliyor.
SARS-Cov-2 virüsünün insanlar tarafından imal edildiği söylentilere inanmayın. Virüsün yarasalarda yaşadığı uzun zamandır biliniyor. Son yapılan çalışmalar yarasaların bu virüslere karşı çok kuvvetli bağışıklık geliştirdiğini, buna karşılık olarak da virüsün kendisini daha hızlı çoğaltma yöntemine gittiğini ve sonuç olarak yarasaların hızla üreyen ve yoğunlaşan virüse depo haline geldiğini gösteriyor. Bu aşamada da virüs, bağışıklık sistemi o kadar kuvvetli olmayan diğer bir memeli hayvana geçiyor. Bunun pangolin denen hayvan olduğunu biliyoruz. Pangolin tüm vücudu pullar ile kaplı ve korktuğunda yumak haline gelebilen bir hayvan. Çin ve Vietnam’da pangolin eti yemeklerde bizim ‘kuş sütü’ dediğimiz cinsten, çok makbul, pulları ise geleneksel ilaç yapımında kullanılıyor. Soyu tükenme tehlikesi altında. Çin’de hayvan pazarlarında canlı yarasa ve pangolinler kafesler içinde satışa sunuluyor. Çok sayıda canlı egzotik hayvan ile çok sayıda insan kaynaşınca birinden diğerine virüsün geçmesi de beklenen ve daha önce de görülmüş olan bir durum.
(* Image credit: Alamy Stock Photo)
Üzerinde dikenler olan rengârenk bir top şeklinde temsil edilmiş korona virüsü resimlerini görmüşsünüzdür.
Bu dikenler virüsün bizim hücrelerimize tutunup, sonra da içlerine girebilmek için kullandığı proteinden oluşmuş bir yapı. Dikenler seçici. Sadece bazı hücrelerimize tutunabiliyorlar. Bir benzetme yaparsak, dikenleri çapa gibi düşünelim. Sandal çapa attığında çapa denizin dibindeki kuma gömülür ve tutunur. Diyelim ki bu çapa Ege, Marmara ve Akdeniz’deki kumlara tutunamıyor. Sadece Karadeniz’in kumlarına tutunabiliyor. SARS-Cov-2 virüsü de ağırlıklı olarak solunum yollarımızı döşeyen hücrelerimize tutunabiliyor. O hücrelerin içine girip kendini çoğaltıyor ve solunum yollarımızı hasta ediyor.
COVID-19’un altta yatan akciğer hastalığı ve başka bazı diğer hastalıklar olan kişilerde daha ağır geçtiğini biliyoruz. Hastalık sonucu erkeklerde kadınlara göre daha çok ölüm oluyor. Bunun nedeninin de erkelerde sigara içme oranının daha yüksek olması sonucu akciğer hastalığı oranının da daha yüksek olması olduğu düşünülmekteydi. Şimdi ise bunun altında moleküler bir temel olduğu düşünülüyor. Virüsün hücrelere tutunabilmek için kullandığı dikenlerin aktive olmaları gerekiyor. Diğer bir deyişle dikenler etkili olmayan halden etkili oldukları hale döndüklerinde virüs hücrenin içine girebiliyor. Bu aktivasyonu gerçekleştiren bize ait bir enzim var. Kısaltılmış adi TMPRSS2 olan bu enzimi bizim hücrelerimiz üretiyor. Üretimin başlamasını da androjen reseptörlerinin aktivasyonu destekliyor. Androjen erkeklerde kadınlara göre çok daha yüksek düzeylerde bulunan bir hormon. TMPRS2 enzimi ve androjen reseptörleri ile ilgili olan mekanizma henüz 10 gün önce yayınlanan bir bilimsel çalışmada anlatıldı. Erkek – kadın oran farkını moleküler temelde açıklayabilen tek teori, ve bilimsel camiada yaygın olarak kabul görmesi için başka çalışmalar ile de desteklenmesi gerekiyor.
Virüsün üzerinde dikenler var, hücrelerimize tutunuyor, içlerine giriyor ve çoğalıyor. Kulağa bu kadar vahşice gelen şeyler yapabildiğine göre ellerimizi sadece soğuk su ve sabun ile yıkamak gibi basit bir işlem ile bu virüsü cildimizden ve yüzeylerden nasıl yok edebiliyoruz? SARS-Cov-2 virüsünün etrafında bir zar var. Sabun, deterjanlar ve alkol bu zarı tahrip ederek virüsü etkisiz hale getiriyorlar. Eğer zarı olmayan bir virüs olsaydı – ki öyle virüsler de var – yok etmek için daha kuvvetli dezenfektanlar veya yöntemler gerekecekti.
İnsanlarda hastalık yapan birçok virüs olduğunu biliyoruz, yani bir virüs ile ilk defa karşılaşmıyoruz. Peki, neden bu virüs ile ilgili bu kadar sıkıntı yaşıyoruz? Çünkü 2019 öncesine kadar insanlarda bu virüsün yaptığı bir hastalık olmamıştı, dolaysı ile toplumda ona karşı var olan bir bağışıklık yok. Virüsün neden olduğu hastalık, bulaştığı ve enfekte ettiği çoğu kişide belirtisiz veya çok hafif belirtiler ile seyrediyor. Enfekte olmuş fakat hastalanmamış olan bu kişiler normal şekilde hayatlarına devam ederken etraflarındaki birçok kişiye virüsü bulaştırabiliyorlar. Bu da virüsün kendisini bu kadar kolay ve hızlı yayabilmesinin altında yatan başarı etkenlerinden birisi. Eğer virüsün enfekte ettiği kişilerin daha çoğu ağır hasta olsaydı, bu kişiler ya evlerinde ya da hastanede yatıyor olacakları için toplumdan tecrit olacaklardı ve virüsün yayılması için olasılıklar azalacaktı.
Neden sadece hasta olduğunu bildiğimiz kişileri tecrit etmiyoruz da mesela başka bir ülkeden ülkemize giriş yapan herkesi de karantinaya alıp tecrit ediyoruz? Bunun nedeni kuluçka dönemi ile ilgili. Hastalık yapabilen herhangi bir ajanın (mikrop veya virüs) vücudumuza girmesi ile hastalığın belirtilerinin ortaya çıkması arasında geçen döneme genel olarak kuluçka dönemi diyoruz. Bu süreçte kişi kendisini gayet sağlıklı hissetse de SARS-Cov-2 virüsü solunum yollarını döşeyen hücreler içinde kendisini çoğaltmakta ve bir miktar virüs de solunum yollarından dışarı atılmakta olabiliyor. Tamamen sağlıklı gibi görünen fakat kuluçka dönemi geçirmekte olan bu kişinin nefesi veya hapşırması ile havaya saçılan virüsler etraftaki başka kişilere de bulaşabiliyor. İşte yine bu nedenle günlük hayatımızda iletişimde olacağımız kişiler ile aramıza güvenli bir mesafe koymamız gerekiyor.
Virüsü almış olan bir kişinin bu virüsü bulaştırdığı kişi sayısına bilimsel olarak R sayısı diyoruz. Bu tanım İngilizcedeki “çoğalma” kelimesinin ilk harfinden geliyor. Şu ana kadar var olan veriler, virüsü alıp hasta olan her kişinin ortalama olarak 2 ila 3 diğer kişiye virüsü bulaştırdığını gösteriyor. Hastalık Cin’de ilk ortaya çıktığında ve koruyucu önlemler olmadığında bu sayı 4 idi. Yani virüs ile enfekte olan her bir kişi virüsü ortalama 4 diğer kişiye bulaştırmaktaydı. Önlemlerin alınması ile birlikte Çin’de bu sayı birkaç hafta içerisinde düştü. Amerika Birleşik Devletlerinin New York eyaletindeki New York şehrinde ise, enfeksiyon ilk başladığında bu rakam 8 civarında idi ve dolayısı ile hastalık orada hızla patlama yaptı. Aynı şekilde, New York şehrinin önlemler alması ile oradaki R sayısı da hızla düştü.
R sayısını gerçekçi olarak belirleyebilmek için çok titiz bir şekilde veri toplanması şart. Tedavi gerektirmeyen ve sadece çok hafif hasta olsa kişilerin bile test edilmesi, şüpheli ya da pozitif olan tüm kişilerin son 14 günde temas ettikleri herkesin dikkatlice bulunup takip, test ve tecrit edilmesi ve tüm bu verilerin merkezi olarak toplanması gerekmekte. Veriler tam ve kesin olmadığı zaman R sayısı da sadece tahmini bir değerlendirme oluyor
Bu kritik sayının önemini anlamak için aşağıdaki şu şekillere bakalım.
İlk şekildeki tek bir kırmızı nokta, virüs ile enfekte olmuş ilk kişiyi temsil ediyor.
R sayısının 2 ile 3 arasında olduğunu varsayarsak, sonraki şekilde bu ilk kişinin virüsü 2 diğer kişiye bulaştırdığını görüyoruz.
Bir sonraki şekilde de bu diğer 2 kişinin de 2 veya 3 diğer kişiye bulaştırdığını görüyoruz.
Ve aynı şekilde bunlar da 2 veya 3 er kişiye bulaştırıyorlar.
Son şekilde ise, enfekte olmuş kişilerden sadece 1 tanesini tecrit ediyoruz (etrafı çembere alınmış olan daha açık renkli nokta), R sayısını düşürmeye katkıda bulunmuş oluyoruz ve sonuçta toplam hastalık sayısının nasıl kayda değer derecede azaldığını görüyoruz.
Tecrit ve sosyal mesafenin korunması şeklinde önlemeler R sayısını, yani 1 kişinin virüsü bulaştırdığı kişi sayısını azaltacaktır. R sayısı 1’in üzerinde olduğu sürece ise enfeksiyon yayılmaya devam edecektir. Ve R sayısı ne kadar büyük ise yayılma da o kadar hızlı olacaktır. R sayısını 1’in altına düşürmeyi başardığımızda ise yayılma gerilemeye başlayacak ve nihai olarak hastalık toplumda görünmez olacaktır. İşte bu amaçla alınan tüm tedbirler her ne kadar hepimizi çeşitli şekillerde sıkıntıya sokmuş ve hatta ekonomimizi de etkilemiş olsa, toplumumuzun sağlığı için doğru olan budur.
Sağlık çalışanlarımız ağır hastalanarak tedavi gerektiren hastalar için mümkün olanları yapmaktalar. Ama salgının yavaşlaması ve nihai olarak durması için gerekli tedbirlere sabır ile ve tamamı ile uymak her birimize bireysel olarak düşen bir sorumluluktur.
Dr. Aylin Aktar
Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi
Poliklinik Müdürü
Yorum Yazın