KOMŞU ÜLKEDEN KORUMA VE YARDIM ALAMAYAN BÖLÜCÜ ÖRGÜTLER YOK OLMAYA MAHKÛMDUR
Soğuk Savaşın devam ettiği o yıllarda Batılı güçler NATO’da müttefik oldukları Türkiye’yi açıktan hedef alamıyordu. Bahse konu denklem sayesinde PKK’yı besleme işini bir süreliğine Suriye’ye ihale etmiş oldular. 1991 yılına kadar PKK, Suriye merkezli olarak Türkiye’ye terör taşıdı. Birinci Körfez Savaşı ile birlikte ABD, PKK’ya Irak’ta 36’ncı paralelin kuzeyinde yer açtı. 1991 yılından,Öcalan’ın Suriye’den kovulduğu 1998 yılına kadar PKK, hem Suriye, hem de Kuzey Irak’taki üslerinden Türkiye’ye saldırdı. Türkiye, 1998 yılında Esad yönetimini savaşla tehdit edip Öcalan’ın, Suriye dışına çıkarılmasını sağlayınca,PKK terörü de birden bire bitmişti. Bakın burası çok önemli: Komşu ülkelerden koruma ve yardım alamayan ayrılıkçı hiçbir örgüt, uzun süre ayakta kalamaz. Bu değişmez bir kuraldır.1999 yılında Türkiye-Suriye arasında PKK’ya yönelik çeşitli işbirliği anlaşmaları imzalanınca PKK’nın da sonu gelmişti. ABD, hemen imdada yetişti. 2003 yılında Irak’a ikinci defa müdahale ettikten sonra meşhur“Çuval” olayı ile TSK’nın Kuzey Irak’a müdahalesini önleyerek PKK’yı bu sefer Kuzey Irak’ta koruma altına alarak yok olmaya yüz tutmuş dağ kadrosunun yeniden inşa edilmesini sağladı.
HÜKÜMETİN YAPTIĞI EN BÜYÜK HATA
2007 yılında Dağlıca baskını yaşanınca TSK, PKK’nın dağ kadrosunun yeniden ciddi eylemler yapacak kapasiteye ulaştığını anlamıştı. TSK, ABD ile Kuzey Irak’a müdahale etmeyeceğine dair gizli anlaşma imzalayan Hükümetin direncine rağmen, Kuzey Irak’a hava ve kara operasyonları düzenledi. Takip eden süreçte Hükümet, dış güçler tarafından, “açılım sürecine” ikna edilince PKK, 2009-2015 yılları arasında bu sefer de İktidar tarafından koruma altına alındı.
TÜRKİYE’DE TERÖR RUS UÇAĞININ DÜŞÜRÜLMESİNDEN SONRA PATLADI
7 Haziran 2015 seçimleri sonrası hata yaptığını çok geç de olsa fark eden Hükümet, TSK’nın yurt içi ve Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı tekrar etkili operasyonlar yapılmasına izin verdi. PKK’nın Kuzey Irak’taki bütün kampları vurulmuş, lojistik imkânları yok edilmişti. Örgütün Türkiye’yi iç savaşa sürükleme potansiyelini devam ettirebilmesi için yine bir çeşit koruma altına alınması gerekiyordu. Bu arada Kuzey Suriye’de Kürt kantonları oluşmuş, olası bir Kürt devletinin Akdeniz’e ulaşmasına ramak kalmıştı. Tehlikenin farkında olan Hükümet, Kürt koridoruna müdahaleye hazırlanıyordu. Türkiye’nin müdahalesinin Esad yönetiminin devrilmesi ile sonuçlanacağını tahmin eden Rusya, erken davrandı, Suriye’ye savaş uçaklarını gönderdi. Bu hamle Ankara ile Moskova ilişkilerini germişti. Fakat arada, açıktan bir husumet yoktu.İşte tam bu noktada akıllının bir tetiği çekti Rus uçağını düşürdü.
Doğal olarak Rusya’nın tepkisi çok sert oldu. S-400 füzelerini intikal ettirerek Suriye’yi TSK için yasak bölge haline getirdi. Böylece PKK için acil ihtiyaç olan güvenli bölge yeniden tesis edilmiş oldu. 7 Haziran seçimlerinden sonra yavaş yavaş başlamış olan PKK terörü, Rus uçağının düşürülmesiyle birlikte birden bire patladı. Niçin? Çünkü PKK, hem ihtiyaç duyduğu dış desteği sağlamış, hem de militanlarının barınacağı güvenli bir bölgeye kavuşmuştu. Bu konuyu biraz açalım.
Suriye ile sınırımız kabaca 900 km’dir. Bu sınıra paralel Akdeniz’e ulaşacak bir Kürt koridorundan bahsediliyor. Bu kadar geniş bir alanı PYD’nin kontrol etmesi mümkün değil. Çünkü Suriye’de bu koridoru elinde tutabilecek yeterli Kürt nüfusu bulunmamakta. Bu yüzden Kuzey Irak’tan Akdeniz’e ulaşacak koridoru inşa etmek adına Türkiye’den giden PKK’lı teröristler, YPG ile beraber savaşıyor. ABD de, mücadeleye özel kuvvetleriyle birlikte hava desteği sağlıyor. ABD’nin niyeti açık; gelecekte kurulacak olası bir Kürt devletinin Akdeniz’e çıkışı olması için koridor açma peşinde. Peki, Rusya ve Esad’ın derdi ne? Niçin PKK’yı destekliyorlar?
Türkiye’nin Suriye’deki muhalif grupları desteklediği malum. Türkiye’den gelen destek kesilmediği müddetçe Suriye’nin istikrara kavuşması zor görünüyor. Esad’ın 900 km’lik sınırı kontrol edecek gücü yok. Rusya’nın da Suriye’de kara gücü yok. Kendi güçleri yeterli olmadığı için sınırdaki geçirgenliği önleme görevini YPG-PKK’ya havale etmişler. Bir başka deyişle YPG-PKK, sınırda bir Kürt tampon bölgesi oluşturarak Suriye’yi, Türkiye’den gelen lojistik desteğe karşı koruma altına alıyor.
Esad ülkenin tamamını kaybetmek yerine, Türkiye sınırına paralel, 900 km uzunluğunda, 30 km genişliğinde bir toprak parçasını feda etmiş gibi gözüküyor. Aslına bakarsanız Esad’ın bu toprak parçasını kaybetme endişesi de yok. Çünkü orada yeterince Suriyeli Kürt nüfusu yok. Bu iş için savaşanlar Türkiye’den gelen PKK’lılar. Halk şehirleri, köyleri, kasabaları terk etmiş. Kendi nüfusu olmadan PYD,buralarda kanton kursa ne yazar? Türkiye ile Suriye arasında sıkışan bu dar bölge, iki ülkenin uzlaşması halinde bir ayda temizlenir. Fakat şu an için Rusya ve Esad’ın için hayati bir önem taşıyor.
İKİ KOMŞU ÜLKENİN BİRBİRİNİ YIPRATTIĞI DENKLEM YENİDEN KURULDU
PKK’nın dağ kadrosu burada üslendi. Kuzey Irak’ı Hava Kuvvetleri boşuna bombalıyor. Militanların hepsi Suriye’nin kuzeyinde, yani TSK’nın dokunamadığı güvenli bölgede, buradan Türkiye’ye terör ihraç ediyorlar. Hani bir söz vardır; “evi camdan olan başkasının evine taş atmaz” diye. AKP Hükümeti bu sözün kıymetini bilemedi. Şimdi Rusya ve Esad, PYD-PKK yapılanmasını destekleyerek, AKP Hükümetine; “Suriye’de rejim değişikliğinden vazgeçmezsen, senin ülken de kana boyanır, sen de iktidarını muhafaza edemezsin” mesajı veriyor. Bu arada geleceğin İsrail’i olarak planladığı Kürt devleti için koridor açmak isteyen ABD ve müttefikleri de PKK’yı besleme işini bir kez daha başkalarının sırtına yüklemenin mutluluğunu yaşıyorlar. Yani iki komşu ülkenin başkasına ihtiyaç duymadan birbirini yıprattığı denklem yeniden kurulmuş oldu.
Rusya ile ilişkilerin iyi olduğu dönemde Ankara, AB’nin bizi almayacağı gerçeği ile Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)ne yönelmişti. Ankara’nın ŞİÖ’ye üye olma potansiyeli, dünyada yaşanan yeni bloklaşmada Türkiye’yi Çin-Rusya-İran eksenine kaptırmak istemeyen Batı’nın elini-kolunu bağlıyor, Sykes-Picot haritasını yeniden çizmek için kullandığı etnik ve mezhep tabanlı terör kartını ülkemize karşı oynamalarına engel oluyordu. 17 saniye sınır ihlali yapan Rus uçağının düşürülmesiyle birlikte ülkemiz Batı kaynaklı tehditlere de açık hale getirdi.
RUS UÇAĞINI FETULLAHÇILAR MI DÜŞÜRDÜ?
Şimdi Rus uçağını kimin düşürdüğü sorusunun cevabına gelelim. Öncelikle şunu belirteyim: Krizin tırmandığı dönemlerde hasmın uçağını düşürmek, savaş sebebi sayılabilir. Bu yüzden kriz ve gerginlik dönemi angajman kurallarında uçak düşürme yetkisi pilota verilmez. Pilot ancak muharebeye girmesi durumunda kendisini korumak maksadıyla hasım uçağa atış yapabilir. Rus uçağının düşürülme olayında böyle bir durum olmadığına göre, vur emri pilota mutlaka yerden verilmiştir. Savaş çıkartma riski olan vur emrini de Hava Harekât Merkezindeki sıradan bir general veremez. Bu emri ya çok yüksek rütbeli biri vermiştir, ya da emrin arkasında bir siyasi otorite vardır.
EMRİ VERENİN KİBARCA AZ AKILLI BİRİ OLDUĞU KANAATİNE VARILABİLİR
Şimdi yukarda yaptığımız uzun siyasi değerlendirme ve bütün bu somut bilgiler ışığında, Rus uçağını düşürenin, bu işi kasıtlı yapıp yapmadığı veya Fetullahçı ya da Amerikancı olup olmadığı hükmüne varılamaz. Ancak bu kişinin ister asker, ister siyasi olsun, kibarca az akıllı biri olduğu kanaatine varılabilir. Tekrar hatırlatacak olursak; Türkiye’de iç ve dış kaynaklı terör, Rus uçağının düşürülmesinden sonra tırmanmıştır. İç savaş tehdidinin kapımızı çalmasında, 400’ün üzerinde şehit vermemizde bu hatalı kararın etkisi büyüktür. Bu hatayı yapan az akıllılara yeni bir fırsat daha vermeden gereği neyse yapılmalıdır.
SİYASİLERİN HİÇ Mİ SORUMLULUĞU YOK?
Peki, hatayı yapan askerlere gereği yapılsın derken, sizin başbakanınız hala “Esad gitsin” diye çabalıyorsa, Suriye kaynaklı terör sorununu nasıl çözeceğiz? Ya söylenmekle yetinmeyip girip ordunuzla Esad’ı devireceksiniz, ya da bu sevdadan vazgeçip Esad’la anlaşacaksınız. Rusya hala arkasındayken nükleer savaş tehdidini göze alıp, Esad’ı güç kullanarak devirme seçeneği pek akıllıca görünmüyor. O zaman Esad ile anlaşmaktan başka çareniz yok. Çünkü Esad meselesi, Türkiye’nin bir dış politika tercihi olmaktan çoktan çıktı. Suriye’nin kuzeyinde, ABD, Rusya ve Esad yönetimi tarafından destek gören, koruma kalkanı altındaki PKK terörü, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü, refahını ve iç barışını ciddi şekilde tehdit ediyor.
ABD’nin ise Esad’ı falan devirmek istediği yok. Washington’daki yetkililerin “Esad’lı bir çözümünün kalıcı ve mümkün olmayacağı” yönündeki söylemleri sürekli gündemde tutmaları, Ankara’nın bunan inanmasını sağlayarak Türkiye ve Suriye arasındaki husumeti devam ettirmek. Böylece hem Türkiye’nin en büyük belası PKK sorunu çözülmesini engelliyor, hem de beklenen ve olması gereken Türkiye-Rusya yakınlaşmasının önüne geçiyorlar.
Türkiye’nin Suriye politikası sürüncemede bırakılamaz ve acilen 180 derece değişmesi gerekmektedir. Yoksa güneydoğu illerimiz yerle bir olana kadar PKK terörünü durduramayız.Suriye ve Rusya ile anlaştığımızda, PKK terörü 1 ayda etkisiz hale gelecektir. Suriye gibi iç savaş yaşamış, zayıf kalmış bir devlette Kürtler bağımsızlık veya özerklik kazanamıyorsa, Türkiye gibi güçlü bir devletten hiçbir şey koparamayacaklarını kısa sürede anlayacaklar ve ölmek ve öldürmekten vaz geçerek, küresel projelerin piyonu olmaktan kurtulacaklardır.
Tabi bu kadar yaşanmışlıktan sonra Türkiye’nin keskin bir politika değişikliği yapması da hiç kolay değildir. Suriye politikasını değiştirebilmek için öncelikle “komşularla sıfır sorun politikası”yla yola çıkıp, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri uyguladığı “yurtta barış dünyada barış” ilkesini bir kenara bırakarak, “aktif barış” adı altında saldırganlık politikası izleyip, Türkiye’yi yalnızlığa ve kuşatılmışlığa sürükleyen stratejik derinlik uzmanının da yaptığı hataların bedelini ödemesi gerekmektedir.
Yorum Yazın