© Kıbrıs Haber Sitesi 2023

Ali Baturay yazdı: Bu yazı, çok geç kalınmış bir vefa yazısıdır…

Ali Baturay'ın kaleminden...

Hasan Nidai Mesutoğlu’nun

bana verdiği hayat dersi

 

Ali BATURAY

   Hayatını kaybeden Avukat Hasan Nidai Mesutoğlu Abimi yazmak istiyorum bugün… Bir vefa yazısı olsun bu yazı, çünkü mesleğe başladığım yıllarda bana çok yardımcı oldu Hasan Nidai Abim…

   1980’li yılların sonlarından söz ediyorum, mesleğe başladığım 1987/ 1988’lerden, Halkın Sesi’nde çalıştığım günlerden… İlk müdürüm Akay Cemal Abim, göndermişti beni Mesutoğlu’na…

    Bir haber konusu için gitmiştim ama ayağım alışmıştı. Selen Otopark içindeki ofisine giderdim. Genelde insanlar, mesleğe yeni başlamış gençlere pek yüz vermez, çocuk muamelesi yaparlar ama Mesutoğlu öyle yapmamıştı, bana birçok konuda çok yardımcı olmuştu.

    Bu arada ona fırsat buldukça Birinci Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın rahmetli oğlu Raif Denktaş’ı, birlikte kurdukları Sosyal Demokrat Parti’nin (SDP) kuruluş aşamasını, mücadelelerini anlatmasını isterdim hep… Anlatırdı ama kısa kısa… Her defasında başka bir yaşanmış öykücük alırdım ağzından ama yazılmasını istemezdi, “zamanı gelir bir gün” derdi.

    Can dostu Raif Denktaş’tan söz açıldı mı gözleri parlar ama aynı zamanda da dalar giderdi. Çok sağlam bir dostlukları varmış… Mesutoğlu, Raif Denktaş’ın adeta ölümünü kabullenmez, sanki de onunla birlikte yaşar gibiydi, ofisinde Raif Denktaş’ın çerçeveli fotoğrafı vardı… Döner döner bakardı ona…

    Daha sonra 1995’te Halkın Sesi’nden Yenidüzen’e geçtiğimde de ona ziyarette bulunur, yine bazı konularda yardımını talep ederdim. Ansiklopedi gibi adamdı, bilmediği yoktu adeta, yaşadığı dönemin birçok olayına tanıklık etmiş, bu konularda bana yardımcı olmuştu.

    Yenidüzen’de çalışırken 1996 yılında, Türk Ajansı Kıbrıs’ın (TAK) münhaline katılmıştım. Herkes sınavı kazanıp TAK’a gireceğime beni ikna etmişti ama kaybetmiştim, çok samimi bir arkadaşım girmişti ama ben hak edip girmediğine inanıp, TAK Yönetim Kurulu’nu dava etmiştim. Artık TAK’a girmek değildi niyetim, illa ki haksızlık yapıldığını kanıtlayacaktım, saplantı haline getirmiştim.

    Bu hikayeyi daha önce yazmıştım ama yazmadığım bir tarafı var, TAK’ı dava ederken, en iyi tanıdığım avukatı, Hasan Nidai Mesutoğlu’nu tutmuştum, şimdi hikayenin bu yönünü anlatacağım size…

    Daha önceki yazdığım köşe yazısında da belirtmiştim, “İyi ki TAK münhalinden başarısızlıkla çıkmışım, iyi ki TAK’a girememişim. TAK’a girmek önümü tıkayacaktı, halbuki ideallerimi gerçekleştireceğim başka bir yol vardı, dışarıda…” diye yazmıştım…

     Bu yolu çok önceden gören birisi vardı; Hasan Nidai Mesutoğlu… Bunu bana yıllar önce söylemişti; “Boş ver TAK’a, BRT’ye girmeyi, sen gazetelerde ilerleyeceksin, basın tarihinde bir yerin olacak, çok yüksek yerlere geleceksin, bunu görüyorum” demişti. “Beni sevdiğin için böyle söylüyorsun” demiştim, “Hayır her sevdiğime bu sözleri kullanmam” diye cevap vermişti. Ben “Siz avukatların ağzı laf yapar, güzel sözler söylemeyi becerirsiniz” demiştim, ikna olmadığım için…

     Peki TAK davasını kazandık mı? Öykü de burada zaten… Hayır, elimizde kazanabileceğimiz belgeler de olduğu halde kazanamadık, çünkü davayı geri çektik. Hasan Nidai Abim beni ikna etti ve davadan çekildik. Kolay olmadı tabii beni ikna etmesi. Genelde takıntı yapan birisi değilim ama TAK sınavını kazanamamak bende bir takıntıya dönüşmüştü.

     Mesutoğlu, “Haksız girdiğine inansan da sınavı kazanan kişi senin arkadaşın değil mi? Arkadaşın… Dostluğunuzun bitmesini istemediğini söylüyorsun. Ona ‘Senin için değil bu mücadele’ diyorsun ama aslında sen kazanırsan o kaybedecek. Buna emin misin? Sen zaten artık TAK’a girmek istemiyorsun. Bu bir foto muhabiri kadrosuydu, sen foto muhabiri değilsin. Seni zaten baban 1992’de devlet dairesine soktu, beğenmedin kaçtın, gazeteciliğe devam ettin, sen yoluna devam et, bu olayı da unut gitsin” gibisinden konuşmalar yaptı bana…

   İşte bu sohbetlerin sonunda, gazetelerde çalışmam gerektiğini, gazeteciliğin en yüksek mertebelerine ulaşacağımı söylemişti, “Göreceğiz, eğer hayattaysak bana teşekkür edeceksin, ‘haklısın’ diyeceksin” demişti.

    İstese parasını alır, işine bakardı ama bu davayı istememişti. Avukatlık masrafını ben ödemeyecektim, masrafı Gazeteciler Birliği ile BASIN-SEN ödeyecekti. Buradan bir hayat dersi çıkarmamı istiyordu. Takıntı ve gereksiz hırs yapmamı istememişti, “bir davayı kazanıp bir dostu kaybetme” demişti, “o arkadaşın da o alanda başarılı olacak, bir gün onunla sen de gurur duyacak, bana teşekkür edeceksin. Konsantren mesleğine olsun” diye beni ikna etmişti… Sevgili abim, o konuda da haklı çıktı… O arkadaşım ilerledi, o alanda ülkenin en önemli kişilerinden birisi oldu…

    Tabii biz davayı geri çektik, o dönem TAK Yönetim Kurulu’nda olan rahmeti İsmet Kotak Abim, bir gazeteye “Davayı kazandık” diye demeç verince çıldırmıştım. Koşa koşa Hasan Abime gidip, bolca da sitem etmiş, “Gördün mü, adamlar sanki de davayı kazanmış gibi yapıyor, çok üzüldüm. Kırıldım sana” demiştim.

    Aslında canımı sıkan, beni hırslandıran sözlü sınavdaki sorgulama şekliydi. Yazılı sınavım başarılı geçmişti ama sözlüde Sabahattin İsmail Abim beni paramparça etmişti. Hiç kimseye öyle yapmamışlar. Ben girince Sabahattin İsmail, bana arka arkaya altı- yedi Kıbrıs tarihi sorusu yöneltmişti, yorum istemişti, cevaplarımdan tatmin olmamış, ‘Kıbrıs sorununda zayıfsın’ diye rencide etmiş, beni serseme çevirmişti.

    İlk soru, “1974 Barış Harekatı neden oldu? Türkiye neden Kıbrıs’a çıkarma yaptı?” diye başladı ve buna başka kritik Kıbrıs tarihi soruları eklendi. Az kalsın bağırıp, salondan çıkacaktım. Beni Sabahattin İsmail’in elinden rahmeti Mehmet Akar Abim aldı. ‘Yeter be Sabahattin, bırak biz de soru soralım’ dedi. Bir soru sordu, bir soru da Emir Ersoy Abim sordu ve paçavra gibi mülakattan çıktım. Bu duruma çok bozulmuştum, hırslanmam, takıntı yapmam bundandı. Alınacak olan kişi belliydi ve benimle adeta oyun oynanmıştı.

   Bunları anlattım Mesutoğlu’na, “Onurum kırıldı, kendimi ezik gibi hissediyorum, intikam almak istiyorum” dedim. O sakin haliyle bana; “Tam da bu nedenle vazgeçelim istedim. İntikam lafını hiç ağzına alma, güzel bir söz değil. Aslında onlara teşekkür etmen gerekiyor. Önünü açtılar. Bir gün bir yazı yazar Sabahattin’e teşekkür edersin ama şimdi bir şey yapabilirsin. TAK Yönetim Kurulu gazetecilerden oluşuyor, git İsmet Kotak’tan, Sabahattin İsmail’den, Mehmet Akar’dan ve diğerlerinden hesap sor, utandır onları. Sor bakalım sana ne diyecekler?” demişti.

   Öyle yaptım, o günlerde Sabahattin İsmail dışında hepsine gittim. Onunla konuşmaya kendimi hazır hissetmiyorum. Mecliste bir etkinlikte karşılaştığım rahmetli İsmet Kotak’a sormuştum, gerçekten de bu mesleğin emekçisi olan bana bunu yapmaktan pişman olduğunu söylemişti.

   Yıllar sonra bir İngiltere seyahati dönüşü sırasında uçakta yan yana oturduğum Sabahattin İsmail Abim’e de sordum en sonunda. Güldü, alınacak kişinin belli olduğunu, bu konuda ikna edildiğini, alınan kişinin bu işe ihtiyacı olduğunu, benim zaten önümün açık olduğunu, zaten bunun da kanıtlandığını belirterek, o dönem ‘KIBRIS Gazetesi’nde haber müdürü oluşuma dikkat çekti.

   Sabahattin İsmail, KIBRIS Gazetesi’nin Annan Planı referandumunu desteklemesini, gazetenin ray değiştirmesini doğru bulmadığını, yazdığım yazılara katılmadığını, Kıbrıs sorununa bakış açımı beğenmediğini söyledi ve “Ama sen gazetecisin, kimse sana kötü bir gazetecisin diyemez. Biz aslında senin önünü açtık” dedi.

     Diğer yönetim kurulu üyeleriyle de konuştum, karşı çıkanlar da olmuş, karar oyçokluğuyla alınmış. Gerçekten de onlarla konuşmak beni rahatlatmıştı, koca koca adamların karşımda “haklısın ama…” demesi, kelimeleri bulmakta zorlanması beni rahatlatmıştı bir nebze…

     Hasan Nisai Abim, bir hayat dersi almamı istemişti. Bazı muhakemeler yapmamı sağlamıştı. Bugünkü aklımla onu daha iyi anlıyorum. Hayatta bu türlü muhakemeler yapabilmeli insan. KIBRIS Gazetesi’ne muhabir olarak girdim, önce gece editörü, ardından sırayla haber müdürü, ardından yazı işleri müdürü ve en son da genel yayın yönetmeni oldum. Bu sıralamayla, bu kadar uzun süre bunu tadan başka birisi yok. (Şu andaki KIBRIS haber müdürleri Senem Gök ile Ergül Ernur’un bunu başarma şansları var, yolları açık olsun). KIBRIS’ta 21 yıl çalıştım, 20 yılı yöneticilik yapmakla geçti, orada en uzun süre kesintisiz yöneticilik yapan kişilerden biriyim.  

      Hasan Nidai Abim, bunları yıllar önce görmüş, bana söylemişti. Haber müdürü olduğumda bana, “Bak dediğim çıkıyor” demişti, ben halen tam ikna değildim. Sonra iletişimimiz koptu, uzun süre yoğun çalıştım, genel yayın yönetmeni olduğumda gidip ona “haklı çıktın” diyecektim, yine aynı hatayı yaptım, sokuldum işlerin içine, bir sevdiğimi daha unuttum, vefasızlık yaptım. Hep öyle yapıyorum, dostlarım, sevdiğim büyüklerim vefat edince de arkalarından yazı yazarak günah çıkarmaya çalışıyorum…     

    Affet beni sevgili abim, dediğin gibi TAK’ı kazanamamak önümü açtı, hayatımı değiştirdi, sen haklı çıktın, bana verdiğin hayat dersini hiç unutmayacağım, nur içinde yat, bu vefasız dostunun sana bir vefa yazısı olsun bu yazı…

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER