© Kıbrıs Haber Sitesi 2023

Epilepsi her yaşta ortaya çıkabilir! (26 Mart Epilepsi Farkındalık Günü)

Her yaşta ortaya çıkabilen epilepsinin, ilk 5 yaş içinde görülme oranının daha sık olduğunu belirten Nörolog Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl, “10 yaşına kadar belli bir oranda gözlenir. 10-40 yaş arasında daha az rastlanır. 40'lı yaşlardan sonra ise damar ve beyin hastalıklarının görülme sıklığına paralel olarak epilepsi görülme sıklığı da artar” dedi.

Beyindeki ritim bozukluğu olarak tanımlanan epilepsinin, her yaşta ortaya çıkabildiğini hatırlatan Yeditepe Üniversitesi Rektörü ve Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Aykut Bingöl,akraba evliliklerinin de epilepsi riskini artırdığını söyledi. Dr. Bingöl, Türkiye'de yapılan bir araştırmaya göre epilepsinin, akraba evliliği yapanlarda 40 kat fazla görüldüğünü belirtti.  

Epilepsinin yılda 100 bin kişiden 50'sini etkilediğini, buu oranın, doğum sırasındaki zorluklar ya da tedavi edilmesi gereken hastalıklardaki gecikmeler nedeniyle, gelişmemiş ülkelerde 80 ila 100'e kadar çıkabildiğini ifade eden Bingöl, Epilepsi Farkındalık Günü dolayısıyla önemli açıklamalarda bulundu.  

AKRABA EVLİLİĞİ RİSKİ ARTIRIYOR

Akraba evliliğinin hastalık riskini 40 kat artırdığını belirten Nöroloji Uzmanı, "Epilepside genetik bir yatkınlık olabiliyor. Ancak bugün itibariyle tanımlanmış, genetik tanısı konmuş çok az bir grup epilepsi hastalığı var. Özellikle akraba evliliklerinin görülme oranını artırdığını biliyoruz. Geçmiş yıllarda Türkiye'de yaptığımız bir araştırmada, akraba evlilikleri olan 7 aileden yaklaşık 2000 kişilik bir grubu inceledik.  Araştırmamızın sonucunda, epilepsi hastalığının akraba evliliği yapanlarda, yapmayanlara göre 40 kat fazla olduğunu gördük. Çünkü genetik olarak yatkınlığı olan kişilerde hastalık ortaya çıkmayabiliyor. Ancak akraba evliliği yapan çiftlerde genlerin bir araya gelmesiyle hastalık görülebiliyor. Bununla birlikte ülkemizde son yıllarda akraba evliliklerinin azalması nedeniyle bununla ilgili olan epilepsilerin oranında azalma olabilir” dedi.

“GENETİK ETKİ”

Genetik çalışmalarda da belirli bir gen tespit edilmediğini ifade eden Bingöl, "Epilepsinin özellikle tanımlanmış bir geni olmadığını ancak genlerden etkilendiğini biliyoruz. Bazı epilepsilerde yaşa, epilepsi tipine, EEG özelliklerine göre değişmekle birlikte, tanımlanmış bazı genler bulunuyor. Yani, hangi gende nasıl bir bozukluk sonucu oluştuğu bilinen epilepsi tipleri var. Ancak bunlar toplam epilepsi hastalarının yüzde 1’inin bile altındadır. Bunun dışındaki epilepsilerde belirli bir gen tespit edilmemiştir. Ancak genetik yapımızın, hastalıklara yakalanmamızda ya da onlara eğilim göstermemizde etkin olduğu biliniyor” diye konuştu.  

“AŞIRI UYKUSUZLUK NÖBETLERİ TETİKLİYOR”

Hastalık belirtilerinin, ortaya çıktığı yaşa göre değişebildiğini, bununla birlikte nöbetleri tetikleyen çevresel bazı etkenlerin olduğunu aktaran ve “Örneğin uyuşturucu kullanımı nöbetleri tetikliyor. Ayrıca, aşırı uykusuzluk, stres, alkol ve bazı ilaçların nöbetleri tetiklediğini biliyoruz. Vücuda kimyasal olarak etkisi olabilecek birçok şey nöbetleri tetikleyebilir” diyen Dr. Bingöl, şu bilgileri verdi: 

ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜNÜN ALTINDA EPİLEPSİ YATABİLİR! 

“Öğrenme güçlüğü yaşayan çocukların tanısında epilepsi de değerlendirilmeli. Dışarıdan fark edilmeyen epilepsi nöbetleri, öğrenme güçlüğü ve bellek problemleri yaratabiliyor. Bu durumda, çocuğun okul başarısı düşüyor. İlişki kurmakta zorlanıyor. Öğrenme güçlüğü yaşayan çocukları, psikolog ve nörologlar beraber değerlendirerek, epilepsiyi ayırt etmeye çalışırız. Öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği ile gelen çocukları epilepsi tanısıyla tedavi ettiğimizde okul başarısı ve arkadaşlarıyla ilişkilerinin düzeldiğini; akranlarıyla aynı noktaya geldiklerini görüyoruz. 

"EPİLEPSİYİ, MİGREN GİBİ DÜŞÜNÜN"

Epilepsi nöbetleri hastada depresyona neden olabilir. Bunun nedeni çevreden görülecek tepkilerdir. Epilepsi hastaları toplumdan dışlanma korkusu yaşar. Kişinin bu durumu migren gibi görmesi gerekir. Genelde bu kişiler akıl hastalığı ile eş değer tutulur, toplumda dışlanır. Bu durumda, depresyon, yalnızlık hastaların en önemli sorunu halini alır. Hayatında 3 kez nöbet geçirip de depresyondan çıkmayan hastalarımız var. Çünkü bir kez bu tanıyı alan kişiler kolay kolay üstlerinden atamazlar. Hastalık ilaçla tedavi edilse dahi, sadece ismi bile kişiyi depresyona itmeye yetebilir. Bu konuda en önemli uyarı noktası, kişinin tüm çevresinin bu durumu migren hastalığı gibi görüp, ilaçlarla kontrol altına alınacağını bilmesi ve hastaya destek olmasıdır. 

"HASTALARIN YÜZDE 70'İ İLAÇLA KONTROL EDİLEBİLİYOR"

Hastaların yüzde 70'i ilaçlarla tedavi edilebiliyor. Yüzde 15'lik grubu oluşturan hastalarda ise cerrahi ya da sinir stimülasyon yöntemleri kullanılarak nöbetler kontrol edilebiliyor. Cerrahi olan hastalar, daha sonra nöbet geçirme riskleri azaldığı için biraz daha şansı oluyor. Cerrahi tedavi, ilaca cevap vermeyen yüzde 15'lik kısımda kullanılıyor. Nöbetler başladıktan sonra ne kadar erken zamanda tedavi değerlendirilir ve gerekiyorsa cerrahiye yönlendirilirse, sonrasındaki başarı, yani nöbetlerin tekrar etmeme durumu, o kadar iyi olabiliyor. Dolayısıyla hastaların iyi değerlendirilmesi ve hastaların doğru merkezlere yönlendirilmesi son derece önemlidir.”

NÖBET GEÇİREN KİŞİYE NASIL YAKLAŞMALI?

Nöbet geçiren bir kişiye yaklaşma konusunda ise Nöroloji Uzmanının görüşleri şöyle:  

“Burada bilinmesi gereken en temel nokta, bu nöbetin bir boşalım olduğu ve çok kısa süre içinde sonlanacağıdır. Bu boşalım sırasında hastanın beyninde ya da vücudunda kendiliğinden bir hasar oluşmaz. Ancak düşerek koluna ya da başını bir yere çarpması durumunda bir zarar oluşabilir. Genelde hastaların bu durumda nefes almadığı fark edilse de, beyinde oksijensiz kalmaları gibi bir durumları yoktur. Bu nedenle, nöbet sırasında vücudunda herhangi bir zarar oluşmayacak şekilde hastayı konumlandırmak, kafasını yana çevirmek ve tehlikelerden korumak yeterlidir. Nöbetler en fazla bir-iki dakika sürer. Ancak o anı yaşamak kolay olmadığı için hastaya çok daha uzunmuş gibi gelebilir. Nöbet sonrasında 15-20 dakika içinde hastanın bilincinin yerine gelmesi gerekir. Eğer hasta kendine gelmiyorsa hastaneye götürmek gerekir. Ancak özellikle altının çizilmesi gereken nokta, nöbet sırasında sakin olup, beklemek gerektiğidir.”

"ZAYIFLAMA AMAÇLI KETOJENİK DİYETİN TEDAVİDE YERİ YOK"

Epilepsi tedavisinde beslenmenin de önemli olduğunu belirten Prof. Bingöl, son yıllarda popüler olan ketojenik diyet hakkında ise "Öncelikle kişinin aç kalmaması gerekiyor. Öğün atlamak, aç kalmak ve kan şekerinin düşmesi nöbetleri tetikliyor. Ketojenik diyet, ilaçla tedavide zorlandığımızda ve özellikle çocuklarda kullandığımız bir yöntem. Bu tedavi yöntemini, hastayı hastanede yatırarak uygularız. Katkı maddesi olan yiyeceklerden uzak durmak bizim önerdiğimiz bir durumdur. Ama özellikle zayıflamak amacıyla kullanılan ketojenik diyetin epilepsi tedavisinde yeri yoktur" şeklinde konuştu.

Ketojenik diyet, yüksek yağ, yeterli protein, düşük karbonhidratlı bir diyet şekli. Bu diyetin, vücudu karbonhidratlar yerine yağları yakmaya zorladığı ileri sürülüyor. 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER