Sene boyunca en prestijli festivallerde yarışan Avrupa ve Dünya sinemasının en güzel örnekleri kısa zaman sonra ülkemizdeki festivallerde boy gösteriyor ve sonrasında sinemalarımızda da gösterime giriyor. Bizler de eskiden çok fazla takip etme şansı bulmadığımız Dünya sinemasını doya doya izliyoruz. İşte bu yılın festivallerde adından en çok söz ettirmiş filmleri..
1. Les Garçons Sauvages (2017/7.0)
!f İstanbul kapsamında izlediğimiz bu ilginç film Fransız sinemasının aykırı örneklerinden biri. 20 yüzyılın başlarında özgürlüğü seven beş iyi aile çocuğu vahşice bir suç işler. Sonrasında ise Hollandalı bir kaptan onları lanetli, yıpranmış bir yelkenli ile bir geziye çıkarır. Gezide kaptanın verdiği talimatlardan yorulan beş genç isyan için hazırlanmaya başlar. Gençlerin gittikleri liman ise bereketli bitki örtüsü ve büyüleyici güçleri barındıran doğaüstü bir adadır. Bertrand Mandico’nin yönetmenliğini üstlendiği filmin oyuncu kadrosunda Elina Löwensohn, Vimala Pons, Sam Louwyck, Diane Rouxel, Anaël Snoek gibi isimler yer alıyor.
2. Madeline’s Madeline (2018/6.7)
68. Berlin Film Festivali’nin Forum bölümünde gösterilen ABD’li yönetmen Josephine Decker’ın üçüncü uzun metrajı Madeline’s Madeline oldukça kışkırtıcı bir film. Aslında 17 yaşında bir genç kızın büyüme hikayesini anlatıyor. Akıl hastalığıyla ergenlik fırtınalarını, rol ile gerçek hayatı nasıl ayırırız, yaratıcılığın sınırlarını nerede çizerizgibi sorular soruyor film. Ruhunu ve aklını kavrayan hastalığıyla yaşamını sürdüren ergen kız, annesinin sevgisiyle boğulan, tiyatro sahnesinde ise bambaşka bir kişiliğe bürünen Madeline Madeline’ken gerçekten Madeline midir? Dünya prömiyerini Sundance’te gerçekleştiren, anne rolünde yönetmenliğiyle tanıdığımız Miranda July’ın, Madeline rolünde ise Helena Howard’ın olağanüstü bir performans sergiliyor.
3. Cold War (2018/8.0)
“Ida” ile En İyi Yabancı Film Oscar Ödülü kazanan Pawel Pawlikowski’nin Cannes Film Festivali’nden En İyi Yönetmen Ödülü ile ayrılan filmi Soğuk Savaş’ta, Zula ve Wiktor adındaki bir kadın ve adam savaştan yeni çıkmış bir Polonya’da karşılaşır. Farklı geçmişlere ve karakterlere sahip olan çiftimiz aslında birbiriyle asla anlaşamayacak tiplerdir, ama kader yollarını ayrılmayacak şekilde birbirine bağlamıştır. 50’li yılların Polonya, Berlin, Yugoslavya ve Paris’inin soğuk savaş atmosferini kendine fon edinen Soğuk Savaş; politik görüş, kişilik özellikleri ve kaderin cilveleriyle savrulan bir çiftin, imkânsız zamanlarda geçen imkânsız aşk hikâyesi.
4. Transit (2018/6.9)
İkinci Dünya Savaşı döneminde, Paris’te yaşayan Alman Georg, Nazi birliklerinin şehre yaklaşmasıyla kendini Marsilya’ya atar. Ölü bir yazardan kendisine kalan belgeleri kullanarak Meksika’ya kaçmayı amaçlar. Ancak Marsilya’da tanışacağı Marie, Georg için her şeyi değiştirecektir. Anna Seghers’in 1942 yılında yazdığı aynı adlı romanından uyarlanan Transit, aynı zamanda 2018 Berlin Film Festivali’nde En İyi Film ödülüne adaydı. İkinci Dünya Savaşı döneminde geçen ama aslında şu an içinde yaşadığımız zamanları da anlatan hem ürkek bir aşk hikayesi hem de mültecilik, kimliklerimiz ve ait olma gibi birçok alt metni çok güzel bir şekilde harmanlayan harika bir film.
5. Apostle (2018/6.4)
Havari, bir tarikat tarafından kaçırılan kız kardeşini kurtarmaya çalışan bir adamın hikayesini anlatıyor. 1905 yılında Londra’da geçen hikayede Thomas Richardson, kardeşinin bir tarikat tarafından kaçırıldığını öğrendiğinde yıllar önce ayrıldığı evine geri döner. Tarikat üyeleri Thomas’ın kardeşini salmak karşılığında yüklü bir miktarda fidye istemektedir. Kardeşinin peşindeyken aynı zamanda başka büyük sırların da açığa çıkmasına sebep olur. Filmin yönetmen koltuğunda Baskın serisi ve Dehşet Kaseti filmlerinden hatırladığımız Gareth Evans oturuyor.
6. The Kindergarten Teacher (2018/6.7)
Lisa Spinelli sanat dolu bir hayat yaşamak isteyen entelektüel bir anaokulu öğretmenidir. Geceleri şiir dersi alan Lisa, elinden gelenin fazlasını yapmasına rağmen vasatı aşamaz. Sınıfındaki beş yaşındaki öğrencilerinden biri olan Jimmy’nin bir şiir okuduğunu duyan öğretmen çok şaşırır. Çocuğun genç bir Mozart olduğuna kendini ikna eden Lisa, çocuğu takıntı haline getirir ve çocuğun yeteneğini beslemek için tehlikeli bir yola baş koyar. Bu tehlikeli yolda ilerlemeye kararlı olan öğretmen, imkansız bir hayalin peşinde, sahip olduğu her şeyi çarçur etmeye hazırdır. Öğretmen – öğrenci ilişkisine çok farklı bir yerden bakan bu sıra dışı film özellikle Maggie Gyllenhaal’un inanılmaz performansıyla çok konuşuldu.
7. 22 July (2018/6.8)
Norveç’teki terör saldırılarının ardından olayı bizzat yaşayan bir genç, yaslı aileler ve bir ulus, adalet ve toparlanma için birlik olur. Gerçek bir olaydan uyarlandı. Ustaların ustası yönetmen Paul Greengrass filme imzasını öyle harika bir şekilde atıyor ki filmin etkisinden uzun süre kurtulamıyorsunuz.
8. Private Life (2018/7.2)
Kırklı yaşlarındaki bir çift çocuk sahibi olmak istemektedir. Ancak o yaşlarda çok zorlandıkları bu iş onları hem yorar hem de ilişkilerini yıpratır. Tam bu sıkıntılı süreçte ziyaretlerine gelen yeğenleri onlara her şeye başka bir pencereden bakmayı öğretecek ve hayatlarını hiç beklemedikleri şekilde değiştirecektir. Bu tatlı bağımsız film tadındaki Netflix filminde Paul Giamatti, Kathryn Hahn harika performanslar sergiliyor.
9. En Guerre (2018/6.7)
Filmekimi’nde izleme fırsatı bulduğumuz bu Stephane Brize filmi ilk olarak Cannes’da gösterilmişti. Fransa’da bir fabrikanın kapanma kararı alması sonrası, işçilerin ve bağlı oldukları sendikanın işlerine sahip çıkma mücadelesini anlatan film gerçek bir olaydan uyarlanmamış bir kurmaca film. Tüm filme kavga, gürültü ve gerilim hakim. Proletaryanın var olma mücadelesi zaten artık filmin adının da çağrıştırdığı gibi bir savaş değil mi?
10. Don’t Worry, He Won’t Get Far on Foot (2018/6.9)
John Callahan’in gerçek yaşam öyküsünden usta yönetmen Gus Van Sant tarafından uyarlanan film Joaquin Phoenix, Jonah Hill ve Rooney Mara gibi üç iyi oyuncuyu başrollerinde buluşturuyor. Alkolik olan ve geçirdiği araba kazası yüzünden tekerlekli sandalyeye mahkum kalan Callahan kız arkadaşı ve menajerinin baskısıyla alkolü bırakmaya çalışır. Ama bu konuda ne kadar başarılı olduğu ya da olacağı tartışmalıdır. Karikatür çizen bir adamın kendini önce kaybedip sonra da bulmasını anlatan filmde Joaquin Phoenix her zaman olduğu gibi çok başarılı.
11. Plaire, Aimer et Courir Vite (2018/6.8)
Jacques Tondelli, Paris’te yaşayan bir yazardır. Jacques hayatta her şeye şüpheyle bakar. Arthur ise İngiltere’de yaşayan bir öğrencidir. Çok okuyan ve oldukça neşeli bir yapıya sahip olan Arthur hayata umutla bakar ve hayatta her şeyin mümkün olabildiğine inanır. Bu birbirinden tamamen farklı yapılara sahip iki erkek arasında duygusal bir yakınlık başlar. Filkekimi’nde izlediğimiz bu LGBT filmi hareketli başlayan ama sonlara doğru temposunu düşüren bir aşk hikayesi.
12. Lazzaro Felice (2018/7.6)
2018 yılında yaşadığına inanamadığımız, aşırı saf, aşırı iyi kalpli ve hiç kirlenmemiş bir adamın hikayesini seyirciye aktaran Lazzaro Felice aslında klasik sayılabilecek senaryosunu farklı ve tersten bir bakışla sunmaya çalışıyor. En iyi yabancı dilde film Oscar’ı için adı geçen filmin ağır temposu bu adaylığın önünde durabilecek bir faktör olabilir.
13. Leave No Trace (2018/7.3)
Winter’s Bone’dan tam sekiz yıl sonra çektiği ilk filmde yönetmen Debra Granik’i gördüğümüz Leave No Trace ilk gösterimini Cannes’da Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde yamıştı. Peter Rock’ın gerçek bir olaydan yola çıkan romanı My Abandonment’tan beyazperdeye uyarlanan film, Portland şehri dışındaki ormanlık alanda herkesten uzakta yaşamlarını sürdüren bir baba-kızın hikâyesini anlatıyor. Başkaları tarafından bulunma ihtimaline karşı sürekli yer değiştiren, ormanda hayatta kalma oyunları oynayan bu tuhaf ikili bir miktar filozof Henry David Thoreau’nun yazılarıyla bir miktar da Shakespeare’in Fırtına’sından esinleniyor.
14. Eighth Grade (2018/7.7)
Kayla ortaokul son sınıfta okuyan bir öğrencidir. Liseye geçecek ve okulda yaşadığı problemler azalacaktır. Ya da en azından kendisi böyle düşünmektedir. Çok içine kapanık bir çocuk olan Kayla’nın okulda yaşadığı en küçük problemlerden zorbalıklara kadar tümünü içinizde hissedeceğiniz, insanı empati sarhoşu yapan bu film yurt dışında eleştirmenler tarafından çok beğenilmişti.
15. Eva (2018/4.7)
Eva, oyun yazarı bir adam ile genç bir kadın arasındaki takıntılı ilişkiyi ele alıyor. Bertrand Valade genç ve yakışıklı bir jigolodur. Yıllar önce ölen bir müşterisinin yazdığı oyunu çalan Bertrand bu sayede popüler ve merakla takip edilen bir oyun yazarı haline gelir. Yeni oyunu için arayışa giren genç adamın hayatı çekici bir eskort olan Eva ile tanışması ile bambaşka bir hal alır. İkili arasında oluşan tuhaf ilişki zamanla Bertrand’ın hayatını mahvedecek bir takıntıya dönüşür. Isabelle Huppert’ın Eva karakterine hayat verdiği filmin kadrosunda ayrıca Gaspard Ulliel de var. Film için söylenebilecek tek söz Isabelle Huppert’in olduğu her yerde biz de varız!
16. Shoplifters (2018/8.1)
Hirokazu Kore-eda’dan Cannes’da gösterildiği günden beri izleyen herkesin kalbini bir mum gibi eriten harika bir film. Tokyo’da Osamu Shibata ve karısı Nobuyo yoksullukla dolu bir hayat yaşamakta ve annelerinin emekli maaşıyla geçinmeye çalışmaktadırlar. Ufak tefek hırsızlıklarla ayakta kalmaya çalışan aileye kötü bir sırrı taşımak zorunda kalan bir çocuk daha katılacaktır. İzleyince etkisinden kolay kolay kurtulamayacaksınız.
17. Whitney (2018/7.2)
Hayatını trajik bir şekilde kaybeden müziğin efsane sesi Whitney Houston’ın başarılı belgeselci Kevin Macdonald tarafından anlatılan hikayesi. Son yıllarda başarılı örneklerini gördüğümüz müzik/müzisyen belgesellerinin son halkası olan bu film sadece ağdalı ve gözü yaşlı bir özet değil şarkıcının hayatının sosyolojik boyutlarını da ele alabilen başarılı bir çalışma.
18. Dogman (2018/7.5)
Nazik, sevgi dolu bir adam olan Marcello köpek bakıcılığı yapmaktadır. Vaktinin çoğunu bakımını üstlendiği köpekler ile geçirir. Sakin, sıradan bir yaşam süren Marcello, hayatını değiştirecek bir adam ile tanışır. Adam sayesinde farklı bir dünya ile tanışan Marcello şiddet dolu bir hayata sürüklenir. Usta yönetmen Matteo Garrone’nin “modern bir başyapıt” olarak nitelendirilen son filmi Dogman, prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nde dakikalarca ayakta alkışlandı. Başrolündeki Marcello Fonte, insanın iliklerine işleyen performansıyla 2018 Cannes Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı.
19. Mandy (2018/6.7)
Sevgi dolu bir çift olan Red ve Mandy, ormandaki küçük bir kulübede sakin bir hayat sürmektedir. Hayatlarından fazlasıyla memnun olan Red ve Mandy’nin yaşamı kabuslardan çıkıp gelen bir tarikat yüzünden altüst olur. Red, karısına yapılan korkunç şeylere tanıklık etmek zorunda kalır. Ve intikam yemini ederek karısına yapılanların öcünü almaya karar verir. İlk gösterimini Sundance’te, uluslararası prömiyerini Cannes’da yapan Mandy, hem 1980’ler estetiğinin hem de aksiyon-fantezi türünün sınırlarını zorluyor. Oldukça stilize bir tarzı olan film zor bir sinema deneyimi yaratıyor.
20. How to Talk to Girls at Parties (2018/5.8)
Bu film, Rabbit Hole, Shortbus ve Hedwig and the Angry Inch’in yönetmeni John Cameron Mitchell’ın, Neil Gaiman’ın aynı isimli kısa hikayesinden beyaz perdeye aktardığı kafası bir milyon bir macera. Punk’ın ilk yıllarında, aşka susamış Güney Londralı bir gencin birkaç gün süren dünya dışı aşk deneyimini anlatıyor. John Cameron Mitchell’ın kural tanımayan psikedelik dünyasında geçen film, Punk’ın doğuşu, ilk aşkın tadından yenilmezliği ve partilerde kızlarla konuşma sanatı gibi varoluşun önemli meselelerinden birini aynı anda yaşatıyor. Üstelik uzaylı kızlarla…
21. Ava (2017/6.8)
Prömiyerini yaptığı Cannes Eleştirmenler Haftası bölümünden ödülle dönen Ava, genç bir kızın büyüme hikâyesini farklı bir anlatı üzerinden kuruyor ve taşıdığı sinema duygusunu seyirciye çok güzel geçiriyor. Yönettiği ilk uzun metrajlı filminde Léa Mysius, oldukça kompleks, görsel olarak çok başarılı bir karakter portresi çiziyor. Henüz 13 yaşında olan ve büyüme sancılarıyla boğuşan Ava’nın hikayesi kalbinize dokunacak.
22. Zama (2017/6.7)
Arjantinli yönetmen Lucrecia Martel’in yapımcılığını Pedro Almodovar’ın üstlendiği ve uzun süredir beklenen son filmi, dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yaptı. Arjantin’in en önemli edebi yapıtlarından kabul edilen, Antonio di Benedetto’nun 1956 tarihli aynı adlı varoluşçu romanından beyazperdeye uyarlanan film, İspanya’nın sömürgesi olduğu 18. yüzyılda Paraguay’da geçiyor. Sömürge yetkilisi Diego de Zama, memleketinden ve ailesinden uzak, bir şekilde terfi etmeyi beklediği bu uzak diyarda bir sonuç almadan beklemekten, şiddete bulanmış adaletten, hayalini kurduğu kahramanlığa hiç ulaşamamaktan bunalıyor. Geçmiş aslında günümüzde yaşanmaya devam ediyor diyen bu ilginç film ya nefret edip ya çok seveceğiniz filmlerden…
Yorum Yazın